Ekin anaokulunda en yakın arkadaşlarından birinin vasıtasıyla yüzmeye başladı Ekim ayının başında… O güne kadar biz ebeveynleri olarak, arka sokağımızdaki tenis kursuna yazdırmaya çalışıyorduk, en az 2 kere kapısından döndük, yoook istemiyorum ağlamalarına dayanamadığımız için de pes ettik, dedik ne zaman kendi canı spor aktivitesi isterse o zaman tekrar deneriz, zorlamayalım… Bunu derken de içimdeki ses şunu söylüyordu, yaşıtları nasıl ikna oluyordu hemen bu tür spor aktivitelerine, bizimkinde bir hata mı yapıyoruz diye içsel sorgulamaların ertesi haftasında, bizimki geldi dedi ki, ‘Utku, yüzmeye gidiyor, babası beni de götürebilirmiş’…Ve işte o an gelmişti, içinden gelmişti, o haftasonu yüzmeye başladı, bize de göründü Şerifali yolları tabi 😊 Yüzme dersi için ücretimizi hocamıza öderken hocanın söylediği tek bir cümle de bende bir anda aydınlanmaya sebep olmuştu. Çocuğunuz için yaptığınız yatırım hayırlı olsun… Ne kadar güzeldi söylediği aslında, o ana kadar yüzmeyi bir masraf kalemi olarak görürken, Ekin´imin geleceği için yatırım olarak görmeme yardımcı olmuştu.

Şimdi tüm bunların Palandöken gezisi ile ne ilgisi var diyebilirsiniz 😊 Haksız da sayılmazsınız, yazının sonunda daha anlaşılır olacağını ümit ediyorum 😊

Nerelerde yenir, nereler gezilir detaylarını fazla bulamayacaksınız bu yazıda, baştan uyarayım 😊 Zaten google´da arayıp rahatça bulabileceğiniz içerikler bunlar, en azından aklımda olanlar ve deneyimlediklerimiz hakkında hızlıca yazarak başlayayım, Koç Cağ Kebap Restoranı ve Erzurum Evleri yemek için kesin gidilecek yerler arasında… Cağ kebabı beni biraz aşan bir lezzet yağlı olmasından ötürü, ama denemeden de olmazdı, Berkay bayılarak yerken Ekin bir lokma bile yiyemedi yoğun karabiber tadından ötürü. Ayran aşı çorbası, lor dolması, ekşili yaprak sarma, kavurma çullama gibi birbirinden farklı ev yemeği lezzetlerini birarada sunan Erzurum Evleri´ni, bizi Riga´da gittiğimiz Rozengrals Restaurant´a ışınladığı için daha ayrı sevdik.

Gezilecek yerler arasında da temelde Erzurum Evleri´nin hemen yakınında bulunan Erzurum Kalesi ve Çifte Minerali Medrese ile Koç Cağ Kebapçı´sının hemen çaprazında yer alan Erzurum Kongre Binası´nı sayabilirim. Seyahatimizin temel amacı kaymak olduğu için çok fazla kültür gezisi yapamadık ama Ata´mıza saygımız, sevgimiz ve minnetimizden ötürü elbette Erzurum Kongre Binası´nın önünde oğlumuz ile birlikte fotoğraf çekilerek anı köşemize yenisini ekledik.

Görülecek yerler arasında sayılmasa da işinize yarayacak bir bilgi olması niyetiyle bir yer daha ekliyorum buraya 😊 Palandöken Nüfus Müdürlüğü güzel bir bina, yakın zamanda bu yenilenmiş binaya taşınmışlar, olur da siz de pistlerde kimlik kaybedecek olursanız, aman aklınızda olsun, uçağa kimliksiz binebilirim nolcak ki demeyin, yol yakınken bir an evvel kimlik başvurunuzu yapmak için randevunuzu alın. Başvuru ücretleri de kesinlikle özel bankalardan alınmıyor, Nüfus Müdürlüğü´ne gitmeden önce mutlaka Ziraaat Bankası veya Halk Bankası gibi bankalardan ödemeyi halledip makbuzunuzu alın, bir de aman ha boşuna gişeden numara alıp sıraya da girmekle vakit kaybetmeyin, direkt ATM´den halledilebiliyor 😊 Berkay bu işlerin koşturmacasındayken Nüfus Müdürlüğü´nde bizlere yardımcı olan sevecen ablamızın da yeri ayrıdır bizde, başka bir memur olsa belki de gidin tekrar randevu alın diyebilir ve Erzurum´da mahsur kalabilirdik bir sonraki randevu için en az 15 gün beklememiz gerekeceğinden… Mahsur mu kalırdık yoksa kayak cennetinde kalacağımız için tatlı bir serüvene mi dönüşürdü hikaye emin de olamadım, ama işimiz gücümüz var kendine gel Işıl, eve dönülmesi şart😊 Neyseki yardımsever görevli memur sayesinde operasyon başarıyla tamamlandı.

Artık pistler ile ilgili hikayeye dönme zamanı geldi…

Palandöken öncelikle Erzurum´un tam kalbinde, havaalanından ise sadece 25-30 dakika mesafe uzaklıkta konumlanan bir kayak merkezi. Uçaktan inip bagajlarınızı topladığınız gibi taksiye atlamanız durumunda aslında 1-2 saat içerisinde kendinizi pistlerde bulmanız mümkün😊 Bütçenize uygun farklı farklı oteller var, hatta şehirde kalıp her gün gelip gitmek de mümkün, daha hesaplı da olabilir, ama gün içerisinde kalınan otelin piste yakın olmasının verdiği rahatlık da apayrı, en azından arada odaya gidip ıslananları kurutmak için mola vermek bile o an büyük oranda konfor ve rahatlık demek…

Ekim ayıydı sanırım bizim bu planı yaptığımızda, o zaman öğrenmiştik ki Ekin´in anaokulu da Ocak ayındaki sömestr tatilinde 2 hafta kapalı olacaktı. Ekin´i tanıyanlar bilir, 2,5 yaşından beri Osman dayısının kucağında hoplayarak zıplayarak izlemeye başladığı kayakla atlama, Ekin için sonradan bir tutkuya dönüştü. Evde minderlerden yapılan atlama kulelerinden, ayağına takmak üzere ahşap, oyuncak, gazete, çıta gibi birbirinden farklı malzemelerden yapılan kayak malzemelerine kadar farklı görüntülere tanık olduğumuz güzel bir dönem… Kayakla atlama milli sporcumuz Fatih Arda İpçioğlu´nun dünya çapındaki yarışlarda ilk giydiği formayı bize göndermesi…Ekin´in o yaşta farklı ülkelerden kayakla atlamacıların isimlerini ezbere bilmesi, biz daha yazıyı okumadan, kasklarından kim olduklarını anlayıp isimlerini doğru olarak telaffuz etmesi… Bu kadar tutkuyla izlenen bir spora dair de bir program yapamayışımız malum pandemiden ötürü… Ama işte o an, o fırsat gelmişti… Sömestr tatilinin ilk haftasını kayak tatili yapmak üzere kollar sıvanmıştı… Hem bu tarihte kesin kar olur diye düşündüğümüzden hem kayakla atlama milli sporcularımızın memleketi olmasından hem de kayakla atlama kulesi olan nadide şehrimiz olmasından ötürü rota elbette Erzurum olarak belirlenmişti…

Kuzunun artık hayalleri gerçek olacaktı, kaymayı gerçek koşullarda öğrenecekti 😊

2023 yılı malesef kar açısından çok bereketli başlamadı pek çok kayak turizmi yapan belde iptallerle kötü etkilendi, Palandöken´in en büyük avantajı olan suni kar teknolojisi sayesinde tatilimizi iptal etmeden planımıza olduğu gibi devam ettik…

İlk vardığımız gün bir ders aldı Ekin otelin kayak hocalarından, ayağına taktığı gibi kaydı diyebilirim, evdeki iptidai koşullarda yaptıkları ve izledikleri sanırım bedenine işlemişti bile 😊

Ertesi gün 2. dersini Ejder Zirvesi´nden inerek yaptı yine hocası ile beraber. O dersin ardından da tüm tatil boyunca Ekin en önde tam gaz atom karınca misali biz de peşinden giderken bulduk kendimizi 😊 Snowboard yapmayı seven biri olarak, kayma keyfini oğlum ile beraber yaşadığım için bu keyif kat be kat arttı doğal olarak… İşte  o anlardan birinde geldi aklıma yazının başında anlattığım hikaye… Evet yaptığımız masraflıydı ama oğlumuza yatırımdı, oğlumuzun anılarında zenginlikti…Ve kesinlikle değerdi 😊

Hele şimdi anlatacağım kısım hepsine değerdi…Kayakla atlamacı milli sporcumuz İrfan Çintimar ile ilk buluşma anımız, Ekin´in sanki yıllardır tanıyormuş gibi İrfan abisinin boynuna sarılması, İrfan abisi ile beraber kaydıkları anlar, onun sözlerini nasıl dinleyişi, takip edişi… Tüm bunlar inanılmaz keyifliydi Ekin için, bu keyifli anları yaşattığı için de İrfan abimize bir kez daha sonsuz teşekkürler… Bir arkadaşımın dediği gibi; Ekin kahramanıyla tanıştı, kahramanıyla hayran olduğu sporu yaptı…. Bundan daha güzel ne olabilirdi, bu ana paha biçilebilir miydi?

Kazasız belasız çok keyifli geçen bir kayak tatilinin ardından çok güzel anılar kaldı bize, fotoğraflar da ölümsüzleştirdi o anları 😊 Seneye Erzurum yine görüşürüz ama bu sefer umarım iklim normallerinde doğal karlı olarak elbette 😊

Bu yazı vesilesiyle de bir ricam olacak, kayakla atlama milli sporcularımızı izleyin, izletin, o kadar çok fedakarlık, o kadar çok özveri var ki arkasında o yapılan tüm antrenmanların, diyetlerin, çabaların, eforların…Fatih Arda İpçioğlu, İrfan Çintimar ve Muhammed Ali Bedir… Çok zorlu bir branşta çok zorlu koşullarda ülkemizi temsil ettiğiniz için sizinle gurur duyuyoruz 😊 #uçantürk #kayaklaatlama (Ekin´in meşhur olduğu video da anı olarak kalsın burada 🙂 https://www.youtube.com/watch?v=-CxlwcJZPoA)

24 Kasım 2020´den beri ilk defa yeniden seyahat yazısı ile karşınızda olduğum için çok ama çok mutluyum. Bir önceki yazımı tekrar okuyunca şükrettim, Covid salgını yüzünden pek çok şeyden mahrum kalan susam tanem için güzel bir gelişme oldu, yeniden anaokuluna başladı, en azından başlatma cesaretini bulduk aşılanınca… Okula gideceğini söylediğimizde bu haberi sevinçle karşılayan kuzunun 2. günde tam ters yönde değişmesi her ne kadar beni korkutsa da bir şekilde yoluna girecek diye ümidediyorum. Bir gün öncesinde diğer arkadaşlarının eşlik ederek söylediği bir şarkıyı, bizimki hiç bilmediği için, o anda nasıl bir duyguya kapıldıysa ağlamakla sonuçlanması ve ertesi gün okul yolunda ‘okula gitmek istemiyorum, ağlamak istemiyorum, okulu bugün pas geçelim, evimi özledim, daha tatilden yeni döndük evimi özledim’ iç çekmeleriyle, okula yaklaştıkça neden okul yolundayız, okula gitmek istemiyorumları takip eden pusetin gitmesini ayağını yere sürterek engelleme çabaları ve salya sümük haykırışların da eklendiği bir sürecin sonunda gözler yaşlı bıraktım okul görevlilerinin eline kuzucuğumu… Amma zormuş bu süreçler… Mutsuz mu ediyorum yoksa alışması için zaman mı vermeliyim yoksa üstelemeden akışına bırakıp eve mi alsaydım hesaplaşmaları arasında yan apartmanın garajında gizli gizli ağlamasını dinledim ve sustuğundan emin olunca yoluma devam ettim aklım okulda kalarak… Umarım en kısa zamanda mutlu mutlu, eğlenerek vakit geçireceği keyifli bir eğitim yılı olsun ve bir an evvel okuluna ve arkadaşlarına adapte olsun diyerek kuzunun evini özlemesine sebep olan tatilimizden bahsedeyim şimdi 😊

Her zamanki gibi tatil planımızı cennet ülkemiz Türkiye´nin güzel yerlerini keşfetmek üzere oluşturduk. Malum pandemi ve dolar kuru sebebi ile de yurtdışı seyahat planlarımızı sandık altı yapmaya devam gibi görünüyor, neyse sayesinde daha önce gitmediğimiz güzellikleri yakalama fırsatı buluyoruz. Son zamanlarda adını çok da duyduğunuz Karaburun ve Mordoğan kıyılarına rotamızı çevirdik biz de bu sefer.

Öncesinde nerede konaklayacağımız ile ilgili araştırma yaparken bulduğum ve önerilerine güvendiğim Naz Kavas´ın tavsiyesi üzerine konaklama yeri olarak Saklı Konak´da karar kıldık. Nasıl olsa her gün farklı bir koy keşfedeceğim, biraz daha dağ havası soluyarak konaklayabileceğim, biraz da konak nostaljisi yaşayabileceğim yer önerisi isterseniz, Saklı Konak bunlara birebir. Çok güleryüzlü Köse ailesinin işlettiği Saklı Konak, aslında 18. yüzyılın sonlarında inşa edilen ve o zamanın ileri gelenlerinden Murat Ağa ve ailesinin yaşadığı bir yermiş. Ölümünden sonra da öğrenci yurdu ve ardından tekel binası olarak hizmet veren bu tarihi yeri, 1985´de Köse ailesi alıp, her bir yerine harika dokunuşlar ekleyerek çok keyifli bir yere dönüştürmüşler. Son 6 yıldır da otel olarak işlettikleri konak, Evdeki Yabancılar isimli uzun metrajlı sinema filminin de çekimine evsahipliği yapmış, bu filmi izlemek şart oldu artık 😊

Saklı Konak haricinde koyları gezerken yakından görme şansımız olduğu için içlerinden önerebileceğim birkaç alternatifi de paylaşayım hemen… Eğer illa deniz kenarı olsun, sabah uyandığım gibi yüzümü yıkamadan kendimi doğru denizin içine atmak istiyorum, iyot kokusunu solumalıyım diyenlerdenseniz de Mordoğan´da bulunan Üzüm İskelesi Butik Otel, Boyabağı Plajı´nda bulunan Maki ve Kuyucak Plajı´nda bulunan Kıyı Butik Pansiyon alternatif yerler olabilir konaklama açısından…

Her nerede konaklarsanız konaklayın, her gün kendinizi farklı bir koyun güzelliğine atabilirsiniz. Yarımada çok enteresan bir yapıya sahip, Foça´yı izleyen kıyısı, Midilli Adası´na bakan kıyısı ve Sakız Adası´na bakan kıyısı olmak üzere boydan boya gerek bakir, hiç tesis olmayan yerlerde sessizliğin tadını çıkarabilirsiniz, gerekse Çeşme ve Bodrum´a oranla daha mütevazi olan tesislerinde gününüzü keyifle geçirebilirsiniz.

Bu gezimizde sadece Foça´yı izleyen kıyılarını keşfetmeye vaktimiz olduğundan, buradaki koylara yer verebileceğim, ama kim bilir belki de bir sonraki yazımda diğer kıyıları hakkında olur, gezmek için al sana bahane 😊

İlk günki İstanbul´dan Karaburun´a yolculuğumuzda bir daha ne zaman fırsatımız olur, en iyisi vakit varken uğrayalım dediğimiz Urla´da – muhtemelen tatilin ilk gününden +5 kg ile başlamış olabiliriz 😊- yaklaşık 2 saat süren ziyaretimizde önce Luna Romano´da çeşit çeşit pizza deneyimleri, ardından Sanat Sokağı´nda boylu boyunca yürüyüş ve Selanik Pastanesi´nde üzerinde dondurma ile servis ettikleri supangle ve bademli kazandibi ile de altın vuruşu yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Varışımız akşamüstünü bulunca Saklı Konak´a en yakın olan Mimoza Koyu ile koy turlarımızı başlatmış olduk. Burada bulunan Ergin Pansiyon´un mutfağı konusunda övgüler duymuştum, pandemi sebebiyle günübirlik girişler için rezervasyon gerektiğinden ve rezervasyonumuz olmadığından hemen kıyıda kamp sandalyelerimizi attık, malum biz tıka basa doluyduk, kuzu nedense bizim yediklerimizi yemeyi tercih etmeyerek sağlıklı sağlıklı elma kırtladı yol boyunca, hiç anasına babasına çekmemiş allahtan abur cubur konusunda 😊, Ergin Pansiyon´dan paket olarak sipariş ettiğimiz köfteyi Ekin beğenerek yedi, yani lezzet testinden geçti diyebilirim, şaka bir yana, bizim fırsatımız olmadı mutfağını deneyimlemek için ama bir sonraki gidişimiz olursa kesinlikle aklımızda… Koyun denizi biraz sazlık, eğer ayaklarınıza yosunların dolaşmasından haz almıyorsanız, biraz üzebilir, ama hem sıcaklık derecesi iyi hem de açıklara yüzmesi keyifli olan bir sahil, çocuklar için de denizden girişi nispeten kolay. Ama genel olarak bu taraflara geldiğinizde deniz ayakkabısı tüm koylar için şart, ah deniz kestanesi battı, vah taş canımı acıttı dememek için…😊

Mimoza´dan sonra 2. günümüzde keşfe gittiğimiz Boyabağı Koyu, gezdiklerimiz arasında en çok beğendiklerimizden biri oldu, park yeri bulmak biraz zor, yolu hem yokuşlu hem de puf puf her adımınızda ayaklarınızı batıracak kadar tozlu, ama eriştiğinizde denizin rengi tüm zorluklara değer 😊 Çocuklar için denizden girişi biraz zor, ama kucağınıza alıp ilk taşlık kısmı atlattığınızda oldukça sığ olan kısım kumluk, dilerseniz top veya frizbi oynayabilir, dilerseniz 4 yaşındaki kuzumuzun yaptığı gibi denizin içinde yürüyüş yapabilirsiniz 😊 Tesis olarak Maki ve Özen Café olmak üzere 2 ayrı mekan mevcut, Maki´yi konaklama için de araştırdığımızdan hakkımızı o yönde kullandık ve gayet de memnun kaldık. Çoğunlukla kadınların işlettiği ve kadının elinin değdiğinin belli olduğu mekanın özel ve leziz hamburgerini yemeden dönmeyin 😊

3. günümüzde sahili daha geniş ve daha uzun olan Manal Koyu´na geçtik, iri taşların olduğu sahilde denize giriş için deniz ayakkabısı yine ideal olur, karşınıza denizi aldığınızda plajın en sağ köşesine giderseniz, o taraf çocuklar için daha uygun, kumlu olması açısından. Sazlıkların olmadığı, denizin pırıl pırıl olduğu çok güzel bir koy, kesinlikle bir günümüzü burada geçirmeye değdi.

4. günümüzde ise tatilimizin son gününde de vakit geçirmeyi yine tercih edeceğimiz favori plajımız olan Ayıbalığı Koyu´nu ziyaret ettik. Hem girişi güzel, hem tertemiz, hem rengi harika, hem yüzmesi çok keyifli bir koy. Tesis olarak Seal Beach ve Alya Beach olmak üzere 2 alternatif var, çocuklu iseniz Alya´nın önünü öneririm. Ama çocuksuz iseniz Seal Beach´in önündeki kayalıkların yapısı özellikle bize Milos Adası´ndaki Sarakiniko´yu andırmasıyla gönlümüzü fethetti aslında, ama biz tabi çocuklu kontenjanından Alya´nın plajını tercih ettik😊

5. günümüzde internet araştırması sırasında bir sayfada tesis olduğunu okuduğum için Eşendere yakınındaki Akbük Koyu´na doğru gidelim dedik ama gittiğimizde oranın yerlisinden, bu araba ile oraya gidemezsiniz bilgisini alınca o hayalimiz suya düştü tabi. Alternatif olarak Eşendere´den günübirlik tekne kiralayarak denizden gidebilirsiniz, ama yanınızda yiyecek ve içecek almak kaydıyla elbette 😊 Bir sonraki gün gitmek için planladığımız koya doğru devam ettik o gün… Kuyucak Plajı, taşlı plaj sevenler, kuma yapış yapış olmayı sevmeyenler için oldukça ideal, denizi tertemiz ve yüzmesi çok keyifli. Belediye´nin şemsiyeleri altında kendiniz de ücret ödemeden takılabilirsiniz ya da Narkissos Beach´in tesisinden faydalanabilirsiniz. Benim için tek olumsuz tarafı, denizde yüzerken kıyının arkasındaki doğayı ve manzarayı izlemeyi seven biri olarak arka planda araba yolunun ve akan trafiğin görünmesi… Bunun haricinde denizinden çok memnun kaldığımız bir koy oldu. Aktivite olarak da kano kiralayarak karşısındaki Büyük Ada´ya gitmek mümkün, aklınızda bulunsun.

6. günümüz için de yine aklımızda olan bir plan vardı ama dalgalı olduğu için pek keyif almadığımız Çakmacık Plajı´na şöyle bir gözattıktan sonra diğer görmek istediğimiz İncirliköy Akvaryum Plajı´na döndük, ama orada da tam plaja inerken birisinin denizanası çarpması yaşadığını söylediğini duyduğumuz gibi doğru arabaya atlayıp, biz yine daha önce keyif aldığımız plaja doğru yol alalım dedik 😊 Tatilimizin son 2 gününü ise en çok beğendiğimiz Ayıbalığı Koyu ile Boyabağı Koyu´nda sonlandırmış olduk.

Karaburun ve Mordoğan´da nerede yenir, ne içilir kısmına dair fazla sayıda çok yer deneyimlemedik, ama hepsinden çok memnun kaldık, işte bazıları:

  • Karaburun İskele´de
    • Zeybek Café´de mantı,
    • İsmet´in Yeri İskele Restoran´da gündüz tanıştığımız İzmirli birinden kopan kefal balığının tam mevsimi, mutlaka denemelisiniz tavsiyesi üzerine balık ve meze,
    • Giritli Meyhane´de rakı eşliğinde meze,
    • Çağlayan Café´de dondurma, özellikle çikolatalı dondurma,
    • Yakamoz Café´de harika çalan müzik eşliğinde bilimum alkollü içecekler, – çocukla giderseniz pusette uyutup bu keyfi yaşamanızı kesinlikle tavsiye ederim 😊
    • Karaburun İskele yoluna yakın Altın Tencere´de mideniz hamur işlerinden yoruldu ise mis gibi bir çorba,
  • Mordoğan´da;
    • Sahil kenarında Askip Pide Kebap´da pide,
    • Pazarlama işini bilen ve çocukların ilgisini hemen yakalamaya yönelik etiketleme yöntemini çok etkili kullanan Roma Dondurmacısı´nda dondurma, – bizimki tabi hemen Batman´i seçti 😊

Yaz sezonunu kapattığımız bu keyifli tatilin ardından güzel anılar kaldı geriye…. Umarım seneye kaldığımız yerden devam edebilir, sağlıkla bu beldenin diğer kıyılarını ve koylarını gezme fırsatı bulur ve yeniden bloguma yazı yazmak için bahanem olur diyerek bir sonraki yazıma kadar kendinize iyi bakın ve hoşçakalın 😊

Ultra enteresan bir dönemden geçerken uzun zamandır ziyaret edemediğim bloguma hem bir bakayım hem de biraz iç dökmek üzere geleyim dedim…

Uyarı: Bu bir seyahat yazısı değildir. Zaten uzunca bir süre de dolu dolu seyahat yazısı yazmak mümkün görünmüyor gibi ne yazık ki… Son yazılarımda hep doların yüksekliğinden şikayet edip yurtdışına gidememekten dert yanarken, şu anda gelinen nokta, eğer burnunu kapıdan dışarı çıkabiliyorsan buna şükret!

Umuyorum ki herkes sağlığı yerinde, hem akıl hem ruh hem de beden sağlığı yerinde bu süreci atlatabilir ve hepimiz normal hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Yıl 2020… Aslında tüm dünyada daha öncesinde başlayan ve ülkemizi ise yasaklarla beraber Mart ayından beri etkisi altına alan Covid-19 salgını ile karşı karşıyayız. Her gün hastalık sayısı ve ölü sayısı artmakta. Bazılarımız evden çalışabilme lüksüne sahip, bazılarımız değil. Bazılarımız maaşlarını alarak yaşam standartları çok da etkilenmeden hayatta kalmaya devam edebiliyorlar. Bazılarımız ise belki iş yerlerini kapıyor, geçim sıkıntısı ile yüzyüze kalıyor. Okul çağındaki çocuklar okula gidip teneffüslerde zıpladıkları, koştukları, her türlü yaramazlığı yaptıkları okul koridorlarını arşınlayamıyor, online olarak eğitimlerini devam ettiriyorlar. Anaokul çağındakiler ne anaokula gidip yaşıtlarıyla sosyalleşebiliyor ne de oyun parklarında itişip kakışabiliyorlar. Hakikaten herkes için çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. 80 yaş üstündekiler bunu da mı gördük derken, 3 yaşındakiler acaba bu maske taktıkları, ikide bir ellerine kolonya döktüğümüz dönemi hatırlayacaklar mı ve hatırlayacaklarsa da nasıl hatırlayacaklar?

Hatırlamak derken, kim çocukluk dönemine ait anılarını hatırlıyor? Şu anki çocuklar çok şanslı, her anları videoya çekiliyor, her anları hemen fotoğraflanıyor. Çocukların ileride bu anları hatırlamasına yardımcı olacak bu videolar ve fotoğraflar mı, yoksa hakikaten hatırlayacaklar mı?

Kendime ait parmakla sayılacak kadar az sayıda anımı hatırlıyor oluşum ve üstelik bunların bazılarının da hiç yaşanmamış olması, nasıl bir düş dünyasında var olmak acaba? Ekin şu anda 3 yaşında olmasına rağmen, geçen yıl giydiği bir kıyafeti hatırlayıp onu arayabiliyor ya da şunu şöyle yapardım bebekken – kendisi 3 yaşında tekrar üstünü çizeyim 😊 – diyerek hakikaten de hatırladıklarını görünce gözüm fal taşı gibi açılıyor hayretler içerisinde… Ne yiyip içiyorsunuz diyeceğim ama kendi çocuğuma ne yedirdiğimi de biliyorum 😊, cin gibiler cidden! Gelelim benim hatırladıklarıma, Fatih´deyiz, sokakta oyun oynuyorum, o zamanların Fatih´i şimdiki halinden çok uzakta, annelerimizin sokakta oyun oynamasına izin verdiği dönemlerden, öyle orada burada Arapça kelimelerin yazılı olmadığı zamandan… Neyse başı hafif bağlı olarak baş örtüsü takan bir teyze geliyor, kolumdan tutup çekiştirerek kaçırmaya çalışıyor. Bu olayı nedense çok net hatırlıyorum ama annemlerde böyle bir olaya dair anı kesinlikle yok! Yani nasıl bir hayal dünyasında yaşıyormuşum, ben de merak içindeyim. Diğer anım ise, yaşımı hatırlamıyorum ama küçüğüm, babam kapıyı çalıyor, eve girerken benim de sevinçle babamı karşıladığım konuşmamın kayıt cihazı ile kaydına dair bir anı… Ama ne yazık ki bu da hayal dünyamdan…O zaman bizim evde kayıt cihazı ne gezer diyor annem… Neyse allahtan hatırladığım ve gerçek olan bir anım da var, yine Fatih´deyiz, 6. katta oturuyoruz. Apartman boşluğu olan eski binalardan hani…Tüm çocukluğum mutfağın bir metrekarelik balkonunda geçti diyebilirim yan binadaki komşu evin çocuğu ile balkondan balkona oynarken ya da küçücük balkonda kendi kendime evcilik oynarken. Neyse gelelim asıl anlatacağım anıya… Mevsimlerden kış. Ev malum soba ile ısınıyor, sanırım ben hastayım diye hepimiz aynı odada uyuyoruz. Annemlerin kendi odalarındaki yatağında elektrikli battaniye var, ama o gece katlayıp yatağın üzerine koymuşlar ve o gece fişe takılı unutmuşlar. İçeride yangın çıkıyor, komşular bir şekilde haberdar ediyor gecenin bir vakti. Evin ön tarafına geçiş yok, alev alev. O an sanırım bir kal geliyor bizimkilere ve beni yan komşuya elleri ile 6. kattan uzatarak göndermeyi düşünüyorlar. Ya tutamasa karşı taraf beni düşürselerdi ve yangından sağ salim çıksalardı ne olurdu halleri… Ya da ben sağ çıksaydım da ailemi kaybetseydim benim halim ne olurdu…. Aman neyseki bırakmama kararı almışlar da çok şükür hep beraber hayattayız 😊 Bir bu anım hayal ürünü değil en azından, annemler de hatırlıyor bunu bari, güleyim mi ağlayayım mı bilemedim gerçekten 😊

Diyeceğim şu aslında, çocukluk anılarımızı kaç yaşından itibaren hatırlayabiliyoruz acaba? Bazılarımız pek çok detayı hatırlarken nasıl oluyor da bazılarımız pek birşey hatırlayamıyoruz.. İnsan zihni ne kadar enteresan değil mi? Tek ümidim evimizin neşesi biricik oğlumun şu Covid dönemini sadece ve sadece güzel anıları hatırlayarak, oyun parklarında doyasıya sallanmasına ya da yaşıtları ile oynamasına izin vermediğimiz için gelişimine olumsuz etki bırakmadan bu süreci atlatması. İçinde bulunduğumuz dönemin tek ama tek güzelliği evden çalışıyor olmamız ve her ne kadar gün içinde her daim yanında olamasam da içeride bakıcısı ile bıcır bıcır konuşmalarını dinleyebiliyor, onun gün be gün büyüyüşüne tanıklık ediyor olmam. Umarım güzel anılar biriktirerek, yakın çevremizde acılar yaşamadan bu süreci geçirebileceğimiz, maske, dezenfektan ve kolonya üçlemesine ihtiyaç duymadığımız, bu günleri gülerek yadettiğimiz, yeniden dünyaları keşfedeceğimiz günler gelmesi ümidiyle şimdilik hoşçakalın! Ekin´in deyimiyle – annesini ve babasını sürekli callda ve email atarken gören kuzudan da bunu beklerdik tabi 😊 – lütfen dışarı çıkar mısınız, bir email atıp call yapacağım 😊 Şimdilik müsadenizle, sizleri Ekin´in videosu ile başbaşa bırakıyorum 😊

Video: https://1drv.ms/v/s!Ap6S41BlbSkC3BH2PkcElai2dsOg?e=N01uxH

Öyle güzel bir yer keşfettik ki bu gezimizde, anlatmakla bitmez…

Bu aralar iş ile ilgili olarak hep bir ‘check list’, ‘to do list’ modunda olunca konuya girişimi de şöyle yapayım dedim izninizle 😊

Tatil planı mı yapılacak?

Bizim evde tahmin edeceğiniz üzere bu konuda elebaşı bendeniz.

Ne tatili istiyoruz?

Deniiizzzzz, bol bol yüzmeli dalmalı deniz tatili…

Nerede olsun peki bu tatil?

Burada da şöyle bir yöntemi takip ediyorum, güzel Türkiye´mizin cennet köşelerini yakalamak için de birebir 😊

Hemen bir google map aç.

Bak bakalım hangi sahillere daha önce gidildi.

Gidilmeyen sahilleri zoomla.

Bak bakalım sahilin denizine, açık deniz mi yoksa koy mu? Bu kısım eğer bebekli tatil yapıyorsanız çok ama çok kritik!

Zoomlanan sahilde hangi iller, ilçeler, beldeler var, bir bak.

Gelişigüzel bir tane seç ve başla google´lamaya ve blogları/yorumları okumaya…

İşte bu takip edilen yöntem sonucunda seçilen şanslı beldemiz Milas´a bağlı Ören oldu.

Karşıma çıkan blog yazıları arasında okuduğum bir tanesi var ki, tam ‘ihtiyaç duyduğum tatilde’ olmasını istediklerimi söylüyordu ballandıra ballandıra. Öncelikle yazısı için blog yazarına teşekkürlerimi borç bilirim, kendisini takip etmek isteyenler olursa da, linki burada paylaşıyorum 😊 Keyifli takipler şimdiden 😊 https://www.seyahatimgeldi.com/oren-gezi-rehberi/

Ve işte böylelikle Kurban bayramı tatilimizin rotası belli olmuştu. Ören ile başlayan ve araba ile ulaşabileceğimiz o sahil şeridindeki Akbük ve Mazıköy´ün de dahil olmasıyla BOL denizli harika bir deneyim oldu diyebilirim. Eğer;

  • Sakinlik, salaşlık tarzımdır;
  • Mükemmel bir deniz olsun, denizin sıcaklığı bebekli tatil için uygun olsun, bebeğimin/çocuğumun oynayabileceği taşlık plajı olsun;
  • Gece hayatı ile işim olmaz;
  • Öyle beach olsun, kokteyller havada uçsun değil de halk plajı olsun, temiz olsun, kafamda sürekli ne içeceksiniz ve yiyeceksiniz soruları ile darlayan personel olmasın

diyorsanız Ören tam size göre bir yer olabilir!

Ören´e geldiniz, peki nerede kalacaksınız?

Yine daha önce bahsettiğim blog yazısında ismi geçen yere hiç tereddüt etmeden rezervasyonumuzu yaptırmıştım ve iyi ki de tereddüt etmemişim, gayet memnun kalarak ayrıldık mekandan. Martı Pansiyon, eğer pansiyonda kalırım diyenlerdenseniz, 30 yıldır hayatta olan aile işletmesi hem güleryüzlü ekibi hem butik otel konseptine yakın tasarımı hem de temizliği ile kesinlikle tercih edebilirsiniz, ama elbette başka alternatifler de mevcut kesenize bağlı olarak…

Ören´de nerede yenir?

Bizim favori mekanımız Nezih Pide oldu akşam yemekleri için. Hem sulu ev yemekleri hem pide çeşitleri ile farklı seçenekleri birarada bulabileceğiniz ve çimlik bahçesi üzerinde masalarda yemek yeme fırsatı sunan mekan çok dolu oluyor, yemekler gayet güzel, sadece çok yoğun olduğu için biraz beklemeniz olası, çalışan personel o kadar güleryüzlü ve aktif ki onların koşturmacasını görünce sakin sakin beklemenizi tavsiye ederim, o sıcakta zaten koşturuyorlar, onları da anlamak lazım malum 😊 Pide yemek isterseniz de yumurta, tulum peynir ve kaşar peynir ile hazırlanıp üzerinde kaymak ile sunulan Bozdoğan pide´ye mutlaka bir şans verin derim, öyle kaymak maymak duyunca hemen vazgeçmeyin 😊

Dondurma için bir sürü Maraş dondurması yiyebileceğiniz sahil boyunca mekanlar var ama eğer daha el yapımı dondurma yemek isterseniz Meşhur Adalı Dede Dondurmacısı´nı deneyebilirsiniz.

Gündüz halk plajı olarak gördüğünüz ve günlük 10 TL´ye şezlong ile şemsiye temin edebildiğiniz sahil, akşam hazırlıkları ile bir anda restoranların masaları ile bezeniyor. Bebekle gezince biz hepsini deneyemedik tabi, Eftalya Restaurant´ın mezeleri ve çuprası gayet lezzetliydi, tavsiye ederim, tek ilave edeceğim not, mezelerin porsiyonu oldukça büyük, sipariş verirken yavaş gitmenizde fayda olabilir, uyarmadı demeyin 😊

Gündüz sahilde akşam 5 çayı eşliğinde güzel kurabiyeler ve kekler yiyeyim derseniz de iki farklı yer var, ikisinin de ürünleri çok lezzetli ve taze. Sadece onları yiyerek bile yaşanır, o derece güzel yani 😊 Beyaz Fırın ve Doyalım Fırın Cafe….

Ören´e gitmişken neler yapılabilir?

  • İlk sırada elbette bol bol yüzme var yapılacaklar arasında. Eğer denize girdiğiniz gibi derinleşen sulara bayılıyorsanız, kesinlikle doğru yerdesiniz!
  • Yamaç paraşütü yapmak isterseniz Ören Doğa Sporları ile irtibata geçebilirsiniz.
  • Tekne turu yapmak isterseniz Ören´den hareket eden iki farklı gündüz turu var, ancak teknenin büyüklüğü sebebi ile biz tercih etmedik. O yüzden yapılacaklar listesine alternatif olarak her ne kadar eklesem de bangır bangır müzik ve kalabalık sevmiyorsanız bunu pas geçebilirsiniz 😊 Ama Sedir Adası´na da gitmek için tek seçenek bu turlardan birine katılmak gibi görünüyor, sırf o açıdan tercih de edilebilir.
  • Aracınız ile seyahat ediyorsanız Akbük, yakın gidebileceğiniz güzel koylardan biri. Ancak sahili çok dar olduğundan, hele bir de bayram zamanı gidiyorsanız, erkenden gitmenizi öneririz. Sahildeki mekanlar arasında en sakini ve en keyifli görüneni Tahta Beach kendine özel otoparkı olması sebebiyle bizim seçimimiz oldu. Dereden akan soğuk tatlı su sebebiyle denizin sıcaklığı Ören´e nazaran biraz daha serin ama denizin tuzluluk seviyesi daha az olduğu için yüzünüz gözünüz çok tuza bulanmadan yüzmek oldukça keyifli, sahilin kalabalıklığına ragmen, arkada çam ağaçları manzarası eşliğinde masmavi sularda yüzmeyi kesinlikle bir günlüğüne de olsa denemelisiniz.
  • Akbük´den sadece 20 dakika uzaklıkta olan Azmak yine gidebileceğiniz yerler arasında. Daha önce gezip görme şansımız olduğu için bu sefer pas geçtik ama sizin aklınızda olsun 😊
  • Ören´e yakın Türkevleri ile Çökertme denize girmek için tercih edilebilecek yerler arasında, ancak Ören ile karşılaştırınca Ören´in denizini tercih ettiğimiz için günümüzü buralarda harcamadık ama vaktiniz varsa deneyebilirsiniz.
  • Ören´den yaklaşık bir saatlik uzaklıkta olan Mazıköy´ün denizini mutlaka öneririz, yemyeşil doğanın masmavi deniz ile buluştuğu bu küçük koydaki Mavi Yeşil Bungalow Pansiyon´u mutlaka tavsiye ederiz, hatta konaklama için bile düşünebilirsiniz 😊
  • Deniz tatiline biraz da tarih dokunuşu katmak isterseniz de Iasos Antik Kenti ile Labranda Antik Kenti uğrak yerlerinizden bazıları olabilir, aklınızda olsun…

Ve bir tatilin, hatta bir tatil yazısının daha sonunu getirmiş oluyoruz böylelikle, bir sonraki bebekli tatilimize kadar hoşçakalın 😊 Umarım bu yazıyı okuyunca sizde de Ören ile ilgili hoş duygular uyandırmışımdır, eğer gidip Martı´da da konaklarsanız bizden selam iletirsiniz 😊

Yazıma şu cümle ile başlamak istiyorum… Kurumsal hayat candır… Varsa kurumsal hayattan sıtkı sıyrılan, gelip beni bulabilir, kendi işinin sahibi olduğu dünyayı da deneyimlemiş biri olarak eğer çalıştığın bir kurum var ise, avantajlarını sayabileceğim bir dünya liste sayabilirim size.. Ve listenin en başına da muhtemelen gezmeyi seven bizler için sahip olduğunuz tatil günlerini koyabilirim. Hele bir de Pazartesi ya da Cuma gününe denk gelen resmi tatiller ile birleştirilen haftasonları ile oluşan kısa tatiller ilaç gibi gelir. İşte bu tatil rotamız da bu şekilde doğdu zaten… Uzun zamandır hayalimde olan lavanta tarlalarını sanal alemde görmekten öteye gidip kendim deneyimleyebilecektim artık.. Lavanta kokulu köyün içerisinde buram buram kokan lavanta kokusunu içime çekebilecek, tarlalar arasında oğlumuzun, kendimizin ve tabiki lavantaların fotoğrafını yakından çekebilecektim. Internet araştırmalarından gideceğimiz tarihin de nispeten uygun olduğunu anlayınca hemen yapıştırdık bu tatili 3 güne… Evet 3 gün için o kadar yol uzun gelebilir gözünüze ama kesinlikle son damlasına kadar değdi, kesinlikle tavsiye ederim 😊 Bunu biz bir de 2 yaşında çocuk ile yapabildiğimize göre siz düşünün, o kadar da zor değil yani 😊

Önce Lavanta Kokulu Köy´e nasıl gidilir ile başlayalım bakalım… Isparta´ya uçak ile gidip oradan araç kiralayarak gezebilirsiniz, elbette bu bir seçenek ama kendi aracınızla giderseniz de yolculukta göreceğiniz manzaralar seyahatinize daha fazla keyif katacaktır, hatta güzel sürprizler bile bekliyor olabilir sizi… O yolu çok gitmişizdir, daha önce dikkatimizi çekmemiş de olamaz, muhtemelen bu tarihte o yolu arşınlamamışız, görmemek imkansız çünkü… İnönü ve Afyon arasında sarıya boyanmış ayçiçeği tarlaları gözlerinizi şenlendirecek ve belki de hayalini kurduğunuz kareleri burada yakalayacaksınız ayçiçeği tarlaları içerisinde 😊 6 saatlik bir araba yolculuğu görülse de ihtiyaç molaları, ayçiçek tarlalarında fotoğraf molası derken 9-10 saatte tamamlanabiliyor bu yolculuk, aman acelemiz yok, sağ salim gezelim yeter sonuçta 😊

Nerede kalınır ile ilgili bilgiye geçerken en başta en temel bilgi olarak, Haziran ayı ortasından Temmuz ayının ortasına kadar olan dönem asıl ziyaret zamanı olduğundan bu tarihlerde yoğunluk olabiliyor, eğer tatilinizi planlayacaksanız, kalacağınız yeri çok önceden ayırtmanızda fayda var, yer bulamama riskini önlemek adına 😊 Keçiborlu ilçesinde yer alan Kuyucak köyü´nde kendi evlerinde misafir ağırlayan ailelerin evlerinde konaklayabilirsiniz, Kadın Girişimciler Kooperatifi Başkanı ile görüşüp yerinizi ayarlayabilirsiniz, dilerseniz cep numarasını yazabilirim. Otelde konaklamak isterseniz Lavanta Villa ile Aliya Garden seçenekler arasında. Ama biz rezervasyon için biraz geç kaldığımızdan bunların hiçbirinde yer bulamadık ve Isparta´da Devin Otel´de kaldık, özellikle rotamızı Eğirdir gölü´nü de eklediğimiz için Isparta´da konaklamak bizim için çok uygun oldu. Toplam 3 gününüz var ve 3 gün boyunca tarlalarda yatıp kalkmak, günün farklı saatlerinde farklı ışık yakalayarak lavantaları fotoğraflamak istiyorsanız köyün içerisinde kalmanızı öneririm ama bizim gibi bebekli iseniz bunu hayata geçirmeniz tahmin edeceğiniz üzere imkansız 😊 Bulduğumuz ışık ile idare ettik artık tabi, o yüzden süper kareler yakalayamadım ama hiç yoktan iyidir tabi, buna da şükür 😊 Toplam 3 gününüz var, yollar dahil tabi, lavantalara ek bonus bir yer daha göreyim, Eğirdir gölü için pek güzel diyorlarmış görmek lazım derseniz de bu durumda Isparta´da konaklamak gayet uygun oluyor, aklınızda bulunsun plan yaparken…

Evet şimdi gelelim gezimiz ile ilgili diğer detaylara:

  • İstanbul´dan aracınız ile sabah 5 sularında yola çıktıysanız kahvaltı molası için İnönü´nde bulunan Yeni Lokanta isimli restoranı düşünebilirsiniz. Saçta yaptıkları menemeni mutlaka deneyin 😊 Bebekli gezenlerdenseniz alabalık havuzundaki balıkları izleyerek çocuk eğlemek de mümkün 😊
  • Kahvaltı molanızın ardından biraz yol aldıktan sonra Afyon´da bulunan Dinar Belediyesi´ne ait Suçıkan Park Tesisleri´ne kısa da olsa uğramanızı tavsiye ederim. Şelalesi ve pırıl pırıl küçük gölü ile sizi şaşırtabilir 😊
  • Lavanta Kokulu Kuyucak Köyü´ne girmeden once öbek öbek farklı lavanta tarlaları görebilirsiniz, nispeten sakin, çok kalabalık olmayan bu tarlalarda fotoğraf çekimi yapabilirsiniz, ama panik yapıp aman bumuymuş demeyin, evet upuzun kilometrelerce mor tarlalar göremeyeceksiniz belki ama yine de güzel kareler yakalayacağınız kesin.
  • Lavanta Kokulu Kuyucak Köyü´nde yemek seçenekleri çok fazla değil, o kadar ziyaretçiye yetişebilmek adına genellikle gözleme ve bazlama tost mevcut. Bizim şansımıza tam o gün Kadınlar Kooperatifi´nde köfte vardı, menüye kanıp vazgeçmeyin, ekstra birşey olup olmadığını mutlaka sorun sizinle ilgilenen garsona…
  • Lavanta tarlaları arı vızıltısı ile kaynıyor, ama sokulma vakası yaşamadık, umarım siz de yaşamazsınız, genel olarak aklınızda olsun, eğer alerjik bir durumunuz varsa bu bilgi kritik olabilir…
  • Köyden alabileceğiniz envai çeşitte ürün var, lavanta kesesinden lavantalı sabuna, lavanta yağından lavantalı oda spreyine kadar…
  • Lavantalı dondurma yemeden kesinlikle dönmeyin…
  • Buralara kadar gelmişken Kuyucak Köyü´ndeki lavantalar ile kendinizi sınırlamayın, Burdur gölü manzaralı Lisinia Doğa Proje Alanı´nı ziyaret edin. Türkiye´nin farklı yerlerinden hasta ve yaralı yaban hayvanlarının rehabilite edilerek doğaya kazandırıldığı bir park burası. Uğramadan geçmeyin…
  • Ve asıl, mutlaka ve mutlaka üşenmeden gitmeniz gereken yere geliyorum şimdi, hazır mısınız? Lavanta Deresi… İşte sonunda nispeten upuzun tarlaları görebileceksiniz burada, o yüzden sakın es geçmeyin. Hayalinizdeki kareleri burada yakalamanız çok mümkün 😊 Eğer vaktiniz ve olanağınız varsa gün doğumundan gün batımına kadar orada bulunup günün her ışığında farklı renkler ve farklı enstantaneler yakalamayı denemeyi düşünebilirsiniz 😊

  • Tüm gün o tarla bu tarla gezdiniz, e acıkmışsınızdır artık, Burdur´da Şişçi Kadir, akşam yemeğiniz için ideal olabilir. Burdur şiş gayet lezzetli, mekan da oldukça hareketli.

Lavanta kokulu gezimizle ilgili notlarımı paylaştıktan sonra şimdi gelelim gezimizin bonusu olan Eğirdir gölü´ne…Bu arada bu yaşıma kadar Eğridir diyip durduğum yerin adını doğru dürüst şimdi öğrenmem de enteresan oldu, neyse bilmemek değil öğrenmemek ayıp sonuçta, değil mi? 😊

Yapılacak çok şey yok burada ama manzarası ile sizi şaşırtabilir. Bir gününüzü buraya ayırmanız yeterli, dilerseniz yarımadada yürüyüş yapabilirsiniz ya da plajlarında yüzebilirsiniz, dilerseniz yüzen bot ile göl üzerinde piknik keyfi ya da manzara eşliğinde Big Apple Restaurant´da balık, meze ve bira/rakı keyfi yapabilirsiniz. Yavaş şehir (Cittaslow) olarak geçen Eğirdir gölü´nde şansımıza oldukça aksiyonlu bir gün geçirdik aksine, 17.si yapılan Ulusal Eğirdir Triatlon ve Aquatlonu sayesinde.

Gezilecek yerler listesine bir tik daha atmış olmanın gururu ile Isparta´da akşam yemeğini nereye yiyebileceğimizi araştırmaya koyuluyoruz. Genel öneriler Kebapçı Kadir, Ferah Restaurant ve Hacıbenlioğlu yönünde idi. Pazar günleri Ferah malesef kapalı, diğer ikisinde de akşam saat 8 sularında pek birşey kalmamıştı yoğunluktan ötürü, neyse ki Hacıbenlioğlu´nun son şişlerini biz kaptık 😊 Kesinlikle yediğim en güzel şişlerden (kıymadan yapılan) biriydi diyebilirim, mmmmmm ağzım sulandı yine resmen 😊

Bu arada Isparta ara sokaklarında gezerken, boza sever birisi olarak dikkatimi çeken ufacık bir dükkan oldu, sanırım yaz nedeni ile kapalıydı ama açık olsaydı denemek isteyeceğim yerlerden biri olarak aklımda kaldı, belki bir gün deneme fırsatı bulurum, kim bilir? Dükkanın adı; Günnaz Salep Boza, aman sizin aklınızda olsun, açık görürseniz bir bardak boza benim için de için 😊

3 güne bizim sığdırabildiklerimiz bu kadar, elbette daha çoook gezilecek yer var Isparta´daki Davraz Kayak Merkezi´nden tutun da Yazılı Kanyon Milli Parkı´na kadar… Bunları da başka bir zamana artık diyerek bir sonraki yazıma kadar sevgiyle kalın diyorum 😊

Tüm yol boyunca mı gidilir pembenin elli tonunda zakkumlar eşliğinde… Aydın´dan itibaren çiçeklerle bezenmiş yollarda sürüyor yolculuk, gözümüz daha yeşil ve maviye doymaya başlamadan pembelerle şenlenmişti bile 😊

Daha o sırada bebekli bir tatil için Haziran ayında Datça tatili planlamanın yanlış bir karar olduğunun farkında olmayan masum tatilcilerdendik…

Datça´da nerelerde yenir, nerelerde yüzülür, nerelerde kalınır kısmına geçmeden önce bebekli tatil yapacaklar için sıcağı sıcağına iki önerim olacak:

  • İstanbul´dan Datça´ya araba ile ulaşacaksanız siz de bizim gibi, bir gece Akhisar´da Palm City Hotel´de konaklayarak yolculuğu 2 bölüm halinde tamamlamanızı öneririm. Yoksa molalarla beraber 16 saate yakın yolculuk, hele bir de bizimki gibi oto koltuğuna oturmayan versiyon bir bebeğiniz varsa, baya zorlayıcı olacaktır… Bizi baya rahatlattı kendi deneyimimiz olarak 😊
  • Datça´da deniz suyu Temmuz ayından önce ısınmıyormuş, eğer bebeğiniz/çocuğunuz da denize girebilsin istiyorsanız gideceğiniz ayı bu bilgi eşliğinde yeniden değerlendirmenizde fayda var kesinlikle 😊

Bu küçük önerilerden sonra gelelim gezimizin detaylarına… Yolculuğunuzu önerim üzerine konaklamalı olarak ikiye böldüyseniz Akhisar´dan sabahın erken saatlerinde çıktığınızda, hem kahvaltı yemek hem de ilk molanızı vermek için işte size harika bir öneri… Aydın´ı geçtikten sonra Çine yolunda bulunan Edis Dinlenme Tesisi… Hem kahvaltısı güzel hem de çocuklara yönelik oyalayıcı pek çok oyuncak var, bisikletten salıncağa kadar… Bebekli tatil yapanlar için bulunmaz nimet gibi geliyor araba yolculuğundan sonra 😊

Datça´da nerede konaklamalı kısmı biraz göreceli… Bugünki aklım olsaydı, suyun buz gibi olacağını bilseydim, o zaman kesinlikle Datça merkezde bir pansiyon seçerdim. Ama aylar önce nerede kalacağımız konusunu internet sitelerinde araştırırken, öncelikli kriterim deniz kenarı olsun ki sabah erkenden kalkıp kuzucuk ile babası mışıl mışıl uyurken denize girebileyim idi. Bunu sağlayacak öyle uygun bir fiyatta otel bulmuştum ki Datça merkez´de kalsam o fiyata bir yer bulamayacağımdan hemen rezervasyonumuzu yapmıştım Adaburnu Gölmar Otel´e. Herşey dahil konsept olan bir otel… Zaten oldum olası sevmem herşey dahil otelleri. Ama gün içinde orada vakit geçirmeyeceğimizi, sürekli gezeceğimizi düşünerek, en azından yüzümü yıkamadan suya atlayabileceğim düşüncesi beni çok heyecanlandırmıştı… Ne bileyim o zamanlarda, Ekin´i virajlı yollarda gittiğimiz zaman yol tutacağını ve kusacağını, gezebilsek dahi deniz çok soğuk olacağı için sabah denize girmek ne kelime, günün en sıcak saatlerinde bile Ekin´i denize sokamayacağımızı, otelin önündeki denizin yüzmek için o kadar güzel olmadığını vs vs….

Neyse her işte bir hayır vardır diyerek, ilk gün bir tür şok atlatarak, otelin ücretini iade almayı deneyip Kaş´a geçmeyi dahi düşünerek, ama bir yandan o yorgunluğun üstüne midesi yolculuğa yenik düşen kuzumuz ile 400-500 km ilave yol nasıl yapacağız, diğer yandan bu soğukta Ekin´i denize nasıl sokacağız düşünceleri arasında gidip gelirken otel ücretinin iadesini alamayacağımızı öğrenince kaderimize razı olduk ve kalmaya karar verdik. Neyse ki ikinci günden itibaren tatilimizin tadını çıkarabildik 😊

Siz siz olun eğer çok çok aşırı uygun bir fiyat yakalamadıysanız ve önceliğiniz denize girmek, lezzetli yemek yemek ise Adaburnu Gölmar Otel´de kalmayın. Genelde hiçbir yeri kötülemek ya da ekmek teknesini baltalamak istemem ama verdikleri yemekler baya kötüydü, ama tesis gayet güzel, tesisin hakkını vermek lazım o ayrı, gerçi biz ilk günümüz hariç sabah kahvaltı dahi etmeden başka diyarlara gitmeye çalışıyorduk nispeten daha az virajlı yollar seçerek tabi kuzumuzu da düşünmemiz lazım😊

Datça´da nerelerde yüzülür kısmı derya deniz… Bilimum bük uzantılı koyların hepsi çok güzel, Ovabükü, Palamutbükü, Hayıtbükü ve bu yollarda aralarda göreceğiniz tesissiz masmavi koylar… İstanbul´dan araç ile gitmenin en büyük avantajı burada zaten, doyasıya dilediğiniz koyda mola verebilirsiniz. Ama bebekliler için bu nispeten biraz daha meşakatli tabi, bizim seçimimiz 2 yaş bebek ile tesisli koylar yönünde oluyor bu aralar tabi 😊 Az büyüsün belki çadırlı tatiller planlarız 😊 Bu bük´lerden sadece birini,  Palamutbükü´nün suyunu ilk günümüzde deneyimleme şansımız oldu ve ağzımızın payını aldık… Son 4 gündür aşırı rüzgar yaşanıyormuş Datça´da ve bizim ilk günümüz de bu rüzgarlı havanın son gününe denk gelmişti ve su da bu serinlikten nasibini almış tabi, ÇİVİ gibiydi resmen. O an baya bir üzüldük of keşke daha sıcak denizi olan bir yere gitseydik gibilerinden ama ertesi gün toparladık sayılır durumu 😊

Ekin´i yol tutması sebebiyle çok da uzaklara gitmeden yakınlarda bir yer deneyimleyelim istedik. Adaburnu Gölmar Otel´e yakın ama daha korunaklı bir koyu olan Perili Bay Resort´da ikinci günümüzü geçirdik, tesis çok güzel, denizin sıcaklığı da koy olmasından ötürü nispeten daha ılık. Herşey dahil konsept bir otel arıyorsanız burayı kesinlikle tasviye ederiz, yemekleri de gayet lezzetli 😊 Günübirlik olarak da tesisten faydalanabiliyorsunuz.

3. günümüzü, nispeten daha ılık sular keşfettiğimiz, Datça merkeze yürüme mesafesinde olan Taşlık Plajı´nda geçirdik. Doğal kaplıcanın olduğu gölde yüzebilir, gölden akan suyun denizde birleştiği noktada ılık suyun tadını çıkarabilir, ya da denize dalabilirsiniz. Akan suyun hemen kenarında bulunan Bondi Beach´de konumlandık 2 gün boyunca, en azından Ekin´i az da olsa suya sokmayı başarabildik burada. Yiyeceklerini de önereceğim bu mekan, akan su sesleri eşliğinde, gayet keyifli…Datça merkezde bir de Kumluk plajı var, adından anlaşılacağı üzere plajı kum, orayı deneyimlemedik ama bebekliler için uygun olabilir gibi geldi gözümüze…Ekin için taş, kum farketmediği için, denize de sıcak akan su olması sebebiyle biz Taşlık plajı tercih ettik.

5. Günümüzde, hazır Ekin de artık yollardan dinlenmişken, hadi dedik az yol yapalım Knidos´a gidelim… Datça´nın en güzel yanı, henüz çok keşfedilmemiş ve ultra şıkıdım şıkıdım tesislerin buralarda kurulmamış olmaması… Kaş´da Hidayetin Koyu´nun eski halini bilenler ne demek istediğimi anlamıştır 😊 Knidos işte tam o dediğim yerin eski hali gibi… Denizi mükemmel, ama tabiki serince… Eğer çok sıcaktan başınız dönmezse Knidos Antik Kenti´ni de gezebilirsiniz. Tek bir tesis var ama öyle şezlong vs beklentiniz olmasın, temel ihtiyaçlarınızı karşılayacak masa, sandalye, yemek ve tuvalet var, bu da yeter zaten, umarım bozulmaz, bu şekilde kalır Knidos…Bir önerim; yanınızda mutlaka deniz ayakkabısı bulundurun…

Tatilimizin sonuna yaklaşırken keşfettiğimiz Kargı Plajı´nda da son 2 günümüzü cennet gibi bir yerde Cennetköy´de geçiriyoruz. Burayı kesinlikle tavsiye ederim, hatta kahvaltısını da mutlaka deneyimleyin derim 😊

Nerede yemek yenir ile ilgili olarak da romantik, uzun saatler oturarak yemek yiyebileceğimiz yerlerden örnekler veremeyeceğim, malum bebeği olanlar anlar 😊 Oysa ki sahilde çok keyifli balık restoranları var, ayağınızın kuma değeceği masalarda oturup bizim için siz deneyimlersiniz artık 😊 Bizden gelen öneriler şöyle:

  • Ev yemeği seviyorsanız, Datça merkezde bulunan, önündeki kuyruktan neresi olduğunu kolayca anlayabileceğiniz Zekeriya Mutfağı mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri.
  • Datça merkezde bulunan otoparkın hemen yakınında bulunan Nokta Unlu Mamülleri´nde boyoz mutlaka yiyin.
  • Tüm gün yüzüp yüzüp karbonhidrata açlık hissediyorsanız Amisos Taş Fırın´da pidelerden götürün, hem lezzetli yemek yiyebilir hem de terasında manzarası oldukça keyifli dakikalar geçirebilirsiniz tabi çocuğunuz size izin verirse… 😊
  • Datça merkezde sahilde bulunan, yine önündeki sıradan anlayacağınız meşhur dondurmacı Tekin Usta´da dondurma yiyebilirsiniz.
  • Datça – Marmaris yolu üzerinde, Datça merkeze aracınız ile 10-15 dakika mesafede bulunan Meşhur Köfteci Sami Usta´da köfte ve piyaz yemenizi şiddetle tavsiye ederiz. Hem yemekler çok güzel hem de ortam oldukça keyifli, bebekle gitmek için de ideal. Miniğiniz özgürce çimler üzerinde koştururken siz de ağzına köfteyi rahatça sıkıştırabilirsiniz peşinden koşmak şartıyla 😊
  • Ve balık – rakı keyif yapmak istiyorum, ama bebekle de zor olabilir, öyle rahat bir ortam olsun diyorsanız, Datça merkezde bulunan, otoparka yakın Afiyet Balık Evi´ni tek geçer, mutlaka tavsiye ederiz 😊

Datça tatilimizden esintiler böyle, yapılacak çok daha fazla şey var elbette, en başta tekne turu ile adanın etrafındaki güzel koyları gezmek ama bebekli tatil için biz bu kadarına yeter diyerek, bir başka zamana erteledik o keyfimizi de… Ama Datça´ya giderseniz tekne turu elbette sizin yapılacaklar listenizde bulunsun 😊

Umarım keyifle okuyabildiğiniz bir yazı olmuştur ve deneyimlerimizden sizlerin de faydalanabileceği birkaç nokta çıkarabilmişimdir😊

Bir sonraki gezimize kadar şimdilik hoşçakalın 😊

This slideshow requires JavaScript.

Bir önceki yazımın başında da bahsetmiştim, günümüzün dolar/euro kurları ile belli bir süre daha ufukta bize sadece yurtiçi gezileri görünüyor… Hadi bunu fırsat bilelim, en azından memleketimizde bilmediğimiz onca sayısız yer arasından seçe seçe tatillerimizi planlayalım ve ‘görülecek yerler listemize’  itina ile tiklerimizi atalım 🙂

Neden bu rotayı seçtiniz diyenler var mı?

Aslında şöyle; yaklaşık 2 ay kadar evvel 23 Nisan haftası tatili için görmeyi çok istediğimiz Karadeniz Yaylaları´na bir gezi planlamak istemiştik ama son zamanlardaki popülerlikle beraber fiyatlar o kadar artmış ki, şimdilik bir dur demiştik. Oraya mı gidelim buraya mı gidelim derken, iş vasıtasıyla aniden ortaya çıkan Gaziantep gezisi sayesinde bu rota doğuverdi diyebilirim…. Uçak yolculuğu sırasında okuduğum AnadoluJet dergisinde yayınladıkları bir yazı beni çok etkiledi, özellikle bir bilgi beni benden aldı 🙂 Gaziantep dönüşü ilk baktığım nasıl gidebiliriz, bebekle beraber gezebilir miyiz, nerede konaklayabiliriz ve nereleri gezebiliriz oldu…

Uşak bekle bizi, 2 yaş sendromlu bir kuzucuk ile ziyaretine geliyoruz 🙂 Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim, bizi belki teğet geçer diyordum ama sanırım öyle bir dünya yokmuş, her bebeğin gelişim sürecinde, bizim zamanımızda bu şekilde nitelendirilmeyen ama illa bizlerin de atlattığı, annelerimizin o zamanlarda çok da isimlendirmediği bir dönem oluyor bu 2 yaş sendromu…İnatlaşma… Biz diyorduk ki bende Arnavut inadı, babamızda Ankara keçiliği, kuzudaki inat da bundandır, ama sanırım 2 yaş sendromunun en belirgin belirtilerinden biri ve bizde mevcut şu anda… Herşeyi ben yaparımcılık…. Elbette var… İstediği olmadığı zaman bağırış çağırış… Tabiki bu da var… Memeye daha fazla yapışmacılık… Oooo bu hat safhada, bir sağ bir sol sonra tekrar sağ tekrar sol mod on… Neyse eninde sonunda bu dönem de geçecek diyoruz ve yüzümüzde gülücük yolumuza devam ediyoruz 🙂 İleride olur da Ekincik okursa ‘aaa ben bunu yapmamışımdır’ demesin, kanıt olarak dursun burada bu hikaye 🙂 Yoldayız, önümüzde simitçi, minik kahramanımız simit istiyor, alıyoruz ama beğenmiyor, hadi onu almış oluyoruz, daha çıtır olanından bir tane daha alıyoruz, ama anne kahraman burada hayatının hatasını işleyerek simidi bölme gafletinde bulunuyor ve işte o an krizin koptuğu an…. Sen nasıl bölersin benim simidimi??? Bütün yol boyunca diyoruz ki bırakalım ağlasın, atsın stresini ama susmuyor da… İşte o anda karşımıza çıkan bir başka simitçi ve bir tane daha simit alalım mı sorusu hayat kurtarıyor. Sütten ağzım yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyorum ve simidi olduğu gibi minik kahramanın eline veriyorum ve ardından gelen sessizlik ömre bedel… Neyse geçecek inşallah bu haller değil mi? 🙂

Evet şimdi gelelim seyahatimizin detaylarına…

Uşak merkezde ne yalan söyleyeyim çok fazla gezilecek yer yok, evet gittiğinizde bu mudur diyebilirsiniz, o yüzden beklentilerinizi çok yüksek tutmadan gitmenizi tavsiye ederim. 1570 yılı yapımı Burmalı cami, 1406 yılı yapımı Ulu cami, Gülgeroğlu oteli ile Hayal kahvesine evsahipliği yapan eski Paşa Han ile Atapark Atakule Planetaryum´un olduğu meydan görülecek yerler arasında. Uşak merkezde her ne kadar gezilecek çok yer olmasa da insanlarına değinmeden geçemeyeceğim. Ya bize hep öyleleri denk geldi ya Ekin´in tatlı yüzü şerefine ya da gerçekten öyle oldukları için, halk o kadar güleryüzlü, o kadar canayakın ve yardımsever ki, biz Uşak halkına bayıldık 🙂 Eminim siz de giderseniz bir gün, bu konu dikkatinizi çekecektir…

Ve şimdi gelelim Uşak´da konaklamamızın asıl sebebi olan görülecek yerler listesine:

  1. Ulubey Kanyonu: Amerika´daki 75 km uzunluğunda olan Büyük Kanyon´dan sonra dünyanın 2. büyük kanyonunun Türkiye´de olduğunu biliyor muydunuz? Uzunluğu 45km, derinliği ise 50-170 metre arasında değişen kanyonun hikayesi aslında 25 milyon öncesine dayanıyor. Doğal olaylar sonucu ortaya çıkan kanyonu farklı bir bakış açısı ile deneyimlemek isterseniz ve eğer korkunuz da yoksa cam seyir terasa çıkmanızı özellikle tavsiye ederim, gerçekten keyifli bir deneyim, ama ellerim ve ayaklarım titremedi diyemem 🙂 Ulubey kanyonunda trekking yapabilirsiniz, yamaç paraşütü yapma fırsatınız var, aslında dolu dolu tam bir gün geçirmeniz mümkün, ancak biz bebekli tatil formatında olduğumuzdan dağları tepeleri aşmayı bu seferlik pas geçiyoruz tahmin edeceğiniz üzere 🙂
  2. Taşyaran Vadisi: Uşak merkezden yarım saat uzaklıkta olan Taşyaran Vadisi de yine aslında trekking için güzel bir parkur sunan doğal bir güzellik. Rotanızı planlarken eğer doğa yürüyüşü yapmayı sevenlerdenseniz yine buraya bir gün ayırabilirsiniz.
  3. Blaundus Antik Kenti: Arkeolojik kazıların halen süregeldiği Blaundus Antik Kenti, taşların dizilmesi açısından özellikle İngiltere´deki Stonehenge´e benzetilmesi sebebiyle dikkatinizi daha önce çekmiş olabilir, görmenizi tavsiye edeceğimiz yerlerden bir diğeri burası…
  4. Clandras Köprüsü: Frigya döneminde Banaz çayı üzerinde kurulmuş vadinin iki yamacı arasında su taşımak amacıyla kurulmuş olan Clandras su kemeri görmeye değer yerlerden bir diğeri. Hem trekking yapabilirsiniz hem de piknik yapmak için bir günlük plan yapabilirsiniz.

Gezimizin bonusları ise Uşak merkezden 2 saat uzaklıkta olan Pamukkale travertenleri ile İstanbul´a geri dönüş yolculuğumuz sırasında yolumuzun üzerinde olan Aizanoi oldu. Daha önce görmüş olsak da insanı her seferinde etkileyen bembeyaz görüntüsü ile bizi karşılayan Pamukkale, yine çok güzeldin 🙂 Ekin´i yıllar sonra yine götürürsek travertenlerin kirliliğe yenik düşmeyeceğine inanıyoruz en azından aldıkları tedbirleri gözönüne aldığımızda…

İstanbul´a dönüş yolunda uğradığımız Aizanoi de arkeolog eşimin sayesinde rotamıza dahil ettiğimiz ve iyi ki de gittiğimiz antik şehir… Antik çağ yapılarından biri olan Zeus tapınağı ile dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan ve satılan ürünlerin fiyatlarını gösteren yazıtların yer aldığı Macellum görmeye değer. Sessizliğin içerisinde horoz ü ürü üüüüüleri, kuş cıvıltıları, rüzgarın sesi, yemyeşil çevre ve tepesi karlı dağlar eşliğinde keyifli saatler geçirmeniz de garanti İstanbul´un koşturmacasına girmeden önce…

Bu kadar gezdik, yürüdük, e bir de bunları 2 yaşında yaklaşık 11kg´lık bir kuzu ile beraber yaptık, yememiz de lazım tabi 🙂 Gelelim Uşak´da nerede ne yenir kısmına… 1974´den beri hizmet veren ve sadece orta acılıkta tarhana çorbası ile tostu menüsünde bulunduran Tarhana Baba´da mutlaka çorba ve ardından salep içmenizi; Paşa Han´ın yakınında bulunan Meşhur Gediz Göveççisi´nde keşkek ve et güveç yemenizi; 1923 yılından beri faaliyet gösteren ve günlük ev yemeklerinin sunulduğu İlyas Usta Asırlık Lokanta´da akşam yemeği haklarınızdan birini değerlendirmenizi; 1984´den beri hizmet veren Ezogelin Kebap´ın Merkez şubesinde kebap yemenizi; pide severlerdenseniz de Pideci Arif´i öneririz. Yalnız şunu eklemeden geçemeyeceğim, siparişlerinizi verirken çok dikkat, porsiyonlar her gittiğiniz yerde gayet büyük ve doyurucu, üstüne ikramlar da bol bol, aklınızda bulunsun, açlığınıza kanıp çok şey sipariş etmeyin derim 🙂 Ne yenir köşemizde de bir bonus olsun; Ella Çikolata Evi, İstanbul´daki butik çikolatacılara hem dekorasyonu hem de lezzeti ile kesinlikle taş çıkartır nitelikte bir mekan, listenize alın mutlaka 🙂

Bir gezimizin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız, umarım zevk alarak okuduğunuz bir yazı olmuştur, bir sonraki seyahatimize kadar şimdilik hoşçakalın 🙂

This slideshow requires JavaScript.

Son yıllardır bloguma yazı yazma konusunu bir türlü istikrarlı hale sokamadım gitti. Kahve dükkanı, ailemize renk katan minik üyemiz 🙂 , dolar/euro tutarsızlıkları derken bir rutin tutturamadım, okuyucularımdan bunun için özür diliyorum ama blogumu bir nevi günlük gibi de gördüğümden, gezdiklerim bir yerlerde havada kalmasın diye fırsat buldukça da eklemeye devam ediyorum, bendeki unutkanlıkla buraya yazmak, ilerde dönüp bakmak ve hatırlamak açısından da iyi oluyor ne yalan söyleyeyim 🙂

Neyse ben yazmayalı, bir takım değişiklikler oldu hayatımızda, bir zamanlar Vespa´sını satan bilge, ay pardon Ferrarisi´ni satan bilge modunda takıldım ve şimdi de ‘ya o Ferrari iyiymiş’ der oldum, hayata evlat kavramı eklenince insanın bakış açısı değişebiliyormuş, onu gördüm 🙂 5 yıl önce hoşçakal dediğim kurumsal hayata, Microsoft´a büyük bir şans ile yeniden merhaba dedim 2 ay önce… Gelir gelmez de – yeğenimin tabiriyle; hala, siz çalışıyor musunuz, hep geziyorsunuz yahu :)-  sözlerine yaraşır bir başlangıçla sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde ilk şehir dışı gezime de dahil oldum…. 21 aylık bebek ile organize olmak her ne kadar kolay olmadıysa da iyi ki dahil olmuşum dediğim gezilerden biri oldu bu iş seyahati… Günübirlik gezi olsa da gece emmesine devam eden bebekliler varsa okuyucular arasında halimi gayet iyi anlar sanırım 🙂 Neyse gelelim seyahatimizin konusuna… Microsoft Türkiye olarak ilki 2013´de gerçekleştirilen DigiGirlz etkinliklerinin bu yılki ilk durağı Gaziantep oldu… E tabi tahmin edeceğiniz üzere gezimiz biraz sosyal sorumluluk biraz da gurme gezisine dönüştü sonunda…

Sabiha Gökçen Havaalanı´ndan Anadolu Jet ile 1,5 saat süren uçak yolculuğumuzun ardından Gaziantep´e varıyoruz. Bizi karşılayan aracın içinde günün sonunda işini çok iyi yapan, bilgili ve anlatımı da keyifli dediğimiz rehber eşliğinde – rehberin bilgilerini isteyen olursa bu postun altına yazarak sorabilirsiniz – bir yandan elimizde kahvaltı niyetine güne başladığımız Akşam simit fırınından aldıkları katmeri hüpleterek bir yandan da şehri gözlemleyerek etkinliğimizin gerçekleşeceği okula ulaşıyoruz. 100´e yakın lise çağındaki kız öğrenci ile bir araya geldiğimiz, bilişim ve teknoloji alanındaki çalışma hayatına dair sorularını elimizden geldiğince yanıtlamaya çalıştığımız, kendi tecrübelerimizden örnekler vererek önerilerimizi paylaştığımız güzel bir etkinlik oldu diyebilirim. Umarım ‘güzel bir etkinlik oldu‘´dan daha öteye taşınabilir burada yaşadığımız karşılıklı etkileşim ve umarım her konuştuğumuz kişinin hayatında onlara olumlu açıdan etki edecek bir yol açmışızdır gerçekten 🙂

Genç kızlarımıza veda ettikten sonra yarım günlük boşluğu en güzel şekilde değerlendirmemiz lazım, bu noktada rehberimiz bizi çok güzel yönlendirdi, yeniden kendisine bu mecradan da teşekkürü borç bilirim… Tarih ve kültür şehri olan Gaziantep, doğudan çok göç alan bir şehir, 400 bin´e yakın Suriyeli´nin olduğunu aktardı rehberimiz, bu durumdan bir hayli de şikayetçiler, hem şehir ekonomisine bir katkıları olmaması hem de şehri kalabalıklaştırmaları sebebiyle…

Dünyada 3 mozaik müzesi olduğunu ve metrekare olarak da en büyüğünün Zeugma Mozaik Müzesi olduğunu biliyor muydunuz? Eğer vaktiniz varsa şehir merkezinden 50 km uzaklıkta olan ve 2000 yılında baraj suları altında kalan, kısmen gezebileceğiniz Zeugma Antik Kenti´ne uğrayabilirsiniz.  Vakit darlığı sebebiyle hakkımızı, dünyaya adını Çingene kız görseli ile duyuran mozaiği de yakından görebilmek için 2011 yılında açılan müzeden yana kullandık. Burada rehberimizin de eşliğinde dolu dolu bir saat geçirdikten sonra Bakırcılar Çarşısı´nı gezmek üzere yola çıktık. Çarşının içinden yürüyüşü kesinlikle tavsiye ederim, hem alışverş yapabileceğiniz hem de kahve içmek üzere mini duraklar verebileceğiniz küçük hanlarla dolu bir yer burası. Şimdi size yemek ve alışveriş üzerine önerilerim ile geleyim 🙂 Dar zamanda anca bu kadar deneyim oldu, eminim daha çok yenilecek katmer, kebap, içilecek kahve,  uğranılacak dükkan vardır ama denediklerimizden yola çıkarak önerilerimi paylaşayım naçizane 🙂 Öğle yemeğiniz için Kebapçı Halil Usta ve akşam yemeğiniz için ise kesinlikle ve kesinlikle eskiden tütün dükkanlarına ev sahipliği yapmış olan şimdi ise restoran olarak hizmet veren Bayazhan listenizde olması gereken yerlerden.

Baklavacı olarak da çok fazla opsiyon var, ama bizi Koçak´a götürdüler, aldığımız baklavayı da eve gelince afiyetle yedik, hatta gece 12´de yatağa girmeden önce ağzıma son bir tane daha attığım doğrudur 🙂 Antepfıstığı – aman diyim dikkat!, sakın Şam fıstığı demeyin, esnafı kızdırmayın 🙂– , kurutulmuş patlıcan, salça, peynir gibi ihtiyaçlarınız varsa Bakırcılar Çarşısı´ndaki Zeytin Han´dan alışverişinizi yapabilirsiniz, hatta elinizde taşımak istemezseniz kapınıza kadar aldıklarınızı kargolayabiliyorlar, aklınızda bulunsun 🙂

Gaziantep´e gelmişken, eğer vaktiniz de varsa şehir merkezinden 100 km. uzaklıkta olan Halfeti görülecek diğer yerlerden biri. Hatta Türkiye´nin bu yakasına gelmişken Göbeklitepe´yi de ziyaret listesine eklemek akıllıca olabilir. Bizim tabi sadece yarım günümüz olduğundan buraları görmeye fırsatımız olmadı, ama aklımızda kalmadı değil, artık bir başka sefere diyerek şimdilik hoşçakalın diyorum 🙂

Biz bir memleket havası almaya gittik geldik… Neden Arnavutluk diyenleriniz olabilir 🙂 Ocak ayında Kurban Bayramı tatilimizi planlarken kriterlerimiz şunlardı: denizi güzel olsun, bol bol yüzebilelim; tatil bize vize masrafı çıkarmasın ama yurt dışında bir yer olsun; farklı yerler gezelim görelim; bol bol fotoğraf çekebilelim. E bir de Ekin’imizin ilk yurt dışı çıkışını anneanne memleketine yapmış olalım derken sonunda Avlonya’dan başlayarak Ksamil adalarına kadar uzanan Arnavutluk kıyılarında karar kıldık. Ocak ayında planlamanın avantajlarını da yaşadık doğrusu… Euro çılgınlığından bir nebze de olsa yırtmış olduk 🙂 Ancak şunu da daha ince detaylara geçmeden baştan belirteyim. Her ne kadar harcamalarınızı hesaplarken 7 ile çarpsanız bile yine de ülkemizden daha ucuza yemek yiyeceğiniz garanti 🙂 Neyse şimdi gelelim gezimizin detaylarına, umarım okuyanlara yol gösteren bir yazı olur 🙂
 
Nasıl gidilir?
Seyahatlerimizi planlarken her zaman kullandığımız Skyscanner.com üzerinden İstanbul-Tiran uçuş seferlerini sorguladıktan sonra bizim için en uygun olan tarihlerde Pegasus havayolları’nın uçuşuna biletlerimizi aldık. 1 saat 20 dakika süren bir yolculuğun ardından Tiran’a varıyorsunuz. Avlonya kıyılarına gidebilmek için öncelikle Tiran’a ulaşmanız gerekiyor, daha yakın başka havaalanı malesef yok. Ülke içerisinde rahat gezebilmek için de araç kiralamanızı tavsiye ederiz. Türkiye’de kullanmış olduğumuz sürücü belgesi geçerli ancak aracı kullanacak kişiye ait kredi kartının yanınızda bulunması kritik, aman sakın atlamayın… Rentalcars.com üzerinden ayarladığımız aracı Sicily by car firması aracılığıyla edindik. Siz de aracınızı bu acente üzerinden alacak olursanız, havaalanı içinde aranıp dolanmayın, havaalanından dışarı çıkınca sağdan yürümeye devam edin, yuvarlak kavşağa gelince ofislerini hemen sol tarafta bulacaksınız. Önceden uçuş bilgilerinizi acente ile paylaşmanız durumunda sizi zaten karşılayacaklar, biz bunu atladığımız için biraz dolanıp zaman kaybettik, sizin aklınızda olsun 🙂 İnternet üzerinde bu acente ile ilgili olumsuz yorumlar okuyabilirsiniz, ancak biz gayet memnun kaldık ve hiç sorun yaşamadık.
Araç kiralamak yerine otelden transfer ayarlayalım da diyebilirsiniz. Kıyas yapmak adına Tiran ile Radhime’de konaklayacağımız otel arasında tek yön transfer için 90 Euro gibi bir bedel doğuyordu. Eğer kalacağınız otel daha da güneyde ise bu meblağ kat be kat artabilir. E bir de siz de bizim gibi otele kilitlenip kalmayayım diyorsanız o zaman araç kiralamak zaruri diyebilirim, hem de çift yön transfer fiyatına aracınızı kiralamış oluyorsunuz, bir de Euro düşükken kiraladınız mı ne mutlu size 🙂 Ocak ayında plan yapmamızın diğer avantajını burada da yaşadık en azından 🙂
Bu arada yollarda tabelalar bazen yeterli olmayabiliyor, bu nedenle Arnavutluk’a gitmeden önce mobil telefon operatörünüz ile görüşüp internet paketleri hakkında bilgi alabilirsiniz, tüm paketler Arnavutluk’da geçerli olmayabiliyor. Ülkeye varınca internet alırsanız sorun yaşamanız olası, siz en iyisi önceden internet paketini alma işini halledin, en önemli tavsiyemiz bu olsun, sonradan canınız yanmasın…
Nerede kalınır?
Dönüş uçağımızın sabah 10:55 olması sebebiyle, konaklama olarak nispeten daha yakın bir yeri seçtik. Radhime’de bulunan Hotel Royal gayet temiz idi. Hatta deniz kenarı olan nadir otellerden… Eğer sabah uyanır uyanmaz, daha yüzünüzü bile yıkamadan denize dalmak isteyenlerdenseniz oteli kesinlikle tavsiye ederiz. Bu arada öyle Türkiye’nin güney bölgesindeki gibi lüx oteller ya da tatil köyleri gibi beklentiniz olmasın, baştan söyleyeyim de sonradan hayal kırıklığına uğramayın 🙂
Konaklama ile ilgili şöyle bir önerimiz olabilir, daha önceden okuduğum blog yazılarında böyle bir bilgi olması işimize yarayabilirdi, ancak bulamamıştım, size plan yaparken fikir vermesi açısından paylaşmakta fayda görüyorum. Tüm tatiliniz boyunca tek bir otelde kalayım derseniz, Dhermi daha uygun bir lokasyon olacaktır. Avlonya bölgesinde kalırsanız, daha güneye inmek için Çika dağını hep tırmanmak zorunda kalırsınız bol bol virajlara, arada yağmura maruz kalarak. Tatil konaklamanızı iki farklı yerde yapmak da tercihiniz olabilir. Borsch’da kalıp Sarande ve Ksamil adalarını gezip, dönüşte de Radhime’de konaklayabilirsiniz, böylelikle dönüşünüz için havaalanına mesafeniz azalacaktır. Gündüz gözüyle yine dağı tırmanıp Dhermi plajına da ulaşabilirsiniz rahatça. Ya da bizim gibi Radhime’de kalıp hemen hemen her gün ine çıka Çika dağını geçersiniz, en azından bol bol temiz havayı içinize çekmiş olursunuz güzel manzaraların eşliğinde 🙂 Karar sizin 🙂
 
Nereler gezilir, neler yenir, neler içilir?
Avlonya bölgesi’nde bulunan Vlore, alışveriş merkezlerinin bulunduğu, sahil boyunca restoranlar ile barların yer aldığı ve uzun bir sahili olan bir şehir. Burada denize girmek bize çok cazip gelmediği için atladık, ancak şehir merkezinde bulunan Gora Furre Buke’den börek yemenizi kesinlikle tavsiye ederiz. Vlore’den güneye inerken “Rruga Aleksandër Moisiu” yolu üzerinde solda göreceğiniz restaurantlar içerisinde Riviera’dan biz çok memnun kaldık hem lezzet hem fiyat açısından gayet başarılı, akşam yemeği alternatifi olarak deneyebilirsiniz.
Vlore’den kuzeye doğru giderek ulaşabileceğiniz Narta gölü’nün üzerinde yer alan Zvernec adası’nı ziyaret edebilirsiniz. Fotoğraf çekmeyi sevenlerdenseniz yansımalar ve adayı karaya bağlayan ahşap köprü size çok güzel fotoğraf kareleri sunacaktır, emin olabilirsiniz 🙂
Avlonya bölgesi’nin güneyinde yer alan Orikum, uzun plajı olan bir sahil kasabası. Konaklama için pek çok alternatifin yer aldığı bu kasabayı düz ayak olması açısından tercih edebilirsiniz. Denize sıfır konaklayabileceğiniz bir yer yok ancak diğer kasabalar gibi yamaç üzerine değil de ova üzerinde olduğundan tırmanışlı yollar sizi beklemiyor. Orikum’da en çok beğendiğimiz, hem kahve içtiğimiz hem de yemek yediğimiz Orikum Restaurant’ı denemenizi öneririz. Komşu ülkeler Yunanistan ve İtalya olunca her yerde oralara özgü mutfak nüanslarını yakalamanız mümkün, freddo cappuccinolar ve pizzalar sizleri burada da bekliyor yani anlayacağınız 🙂
Orikum’dan daha güneye inerken daha önce bahsettiğim tehlikeli yol sizi bekliyor. 2044 metre yüksekliğinde olan Çika dağı’nın virajlı yollarını tırmanıp indikten sonra varacağınız yer muhteşem, yaklaşık 2,5 günümüzü geçirdiğimiz Dhermi plajına bu sayede ulaştık, o yollara değer yani, sakın tehlikeli diyip pes etmeyin 🙂 Dhermi plajına inmeden önce yolunuzun üzerinde bulunan Kondraq’da bulunan Barba Niko Furre Buke’den böreklerinizi almayı da ihmal etmeyin. Dhermi plajında şezlongu ile şemsiyesini kullandığımız Pastarella´dan gayet memnun kaldık, ne oturduğunuz gibi para toplamak için hemen dibinizde bitmiyorlar ne de gün içinde çantanızdan çıkardığınız yiyeceklere laf etmiyorlar. İki şezlong ve bir şemsiye ücreti ise toplam 700 leke. Denizi ise tek kelimeyle mükemmel…Dönüş yolunda Çika dağını tırmandığınızda gün batımını izleyebilirsiniz. Ama yanınızda kalın giysiler olsun, çok fazla rüzgar var, deniz sonrası üşütmeyin 🙂 Güzel güzel yüzdünüz, yoruldunuz, üstüne gün batımı şöleni ile gözlerinizi şenlendirdiniz, şimdi bayram sırası midenizde… Çika dağında bulunan Llogara milli parkının içinde yer alan Alberti Restaurant hem zevkle oturacağınız hem de yemeklerinden memnun kalacağınız bir yer. Tek tavsiyem, canınız tatlı çeker de menüde tanıdık isim “revani” görürseniz aldanmayın, daha farklı bir tat, hayal kırıklığına uğramayın, bizden söylemesi 🙂
Dhermi’den sonra kıyı boyunca görülecek yerler arasında VunoJaleHimarePorto PalermoBorsch kasabaları var. Ancak her birinde denize girme şansımız olmadı, eğer sizin vaktiniz olursa Vuno’da Gjipe plajı ile Borsch plajını önerebiliriz. Bizim asıl görmek istediğimiz iki yer vardı, o yüzden zamanımızı onlara ayırmayı tercih ettik… Bunlardan birincisi; Syr-i Kalter (Mavi Göz), İyon Denizi’ne dökülen 25 km uzunluğundaki Bistriçe Nehri’nin kaynağı. Gözünüzü nereye çevirseniz çeşit çeşit yusufçuk görebileceğiniz bu doğal güzelliği gezi listenize mutlaka ekleyin. Ancak erkenden gelmenizi tavsiye ederiz, tahmin edeceğiniz üzere pek çok turistin ziyaret akınına uğruyor burası, giriş için kuyrukta beklemeniz olası. Bir de yüzmek yasak, buzzz gibi sulara dalma hayali kurmayın 🙂
Görmek istediğimiz ikinci yer ise; Ksamil adaları… Arnavutluk’un en güneyinde, Yunanistan sınırına en yakın mesafede olan bu adalar İyon denizinin üzerinde. Denizin ve kumun rengi ile adaların yeşilliği sanki size Maldivler’deymişsiniz izlenimi yaratıyor dediklerini okumuştum farklı bloglarda, hakikaten doğruymuş 🙂 Abiori Restaurant’ın plajında günümüzü geçirdik, ancak şunu da söylemeliyim. Tüm plajlar küçük ve tıklım tıklım. Bir gün geçirmek bizim için yeterli oldu, görmeden geçmek de olmazdı burayı, ancak sakinliği seviyorsanız çok fazla gününüzü buraya ayırmanızı önermem, plan yaparken aklınızda olsun 🙂
Buraya kadar gelmişken Yunan’a da ayak basayım derseniz, vizeniz de varsa Sarande’den hemen karşı kıyıda yer alan Korfu adasına geçebilirsiniz.
Özetle; yollarında giderken mısır tarlaları, zeytin ağaçları, üzüm bağları, çam ağaçlarıyla bezeli dağlık alanları görerek yeşil rengine doyacağınız, Yunanistan ile İtalya´nın komşu ülkeler olması sebebiyle oralardan esinlenerek her yerde bulabileceğiniz deniz mahsülleri, pizza, börek ve kahve ile midenizi mutlu edeceğiniz, ancak yapılar anlamında Türkiye’ye benzerliği sebebiyle ev, kapı, bahçe fotoğraflarından mahrum kalacağınız, denizin renginin güzelliği ile mavi rengine doyacağınız, Ağustos ayında denizin keyifli sıcaklığı ile tüm gün sudan çıkmayarak yüzme hasretine son vereceğiniz, deniz ayakkabısı almayı ihmal ederseniz ayaklarınızın acıyacağı ama yine de plajlarında yürümeye devam edeceğiniz harika bir gezi bekliyor sizleri Arnavutluk rivierasında… Deniz tatili beni kesmez derseniz de yapılacak daha çok şey var. Çika dağından yamaç paraşütü ile atlama, dağda trekking, 2005 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde olan Gjirokastra´yı ziyaret etmek, Avlonya’da Mimar Sinan’ın eseri olan tarihi Muradiye Camii ve Neşat Paşaoğlu Camii´ni gezmek, Ksamil adalarına yakın antik Yunan kenti Butrint´i dolanmak bunlardan sadece bazıları…
Fransa, İtalya rivieralarından sonra kesinlikle görülmeyi hak ediyor Arnavutluk rivierası… Bir gün siz de tatilinizi bu istikamette planlarsanız, şimdiden keyifli tatiller diliyorum 🙂

This slideshow requires JavaScript.

İlk defa oldukça kısa bir aradan sonra yeniden bir yazı ile karşınızdayım, son 1 ay içinde Ekin kuzusu ile beraber 2 kere şehir dışı seyahat yapınca insan heyecan yapabiliyor, lütfen mazur görün🤗 Bu gezinin anlamı ayrı benim için, çünkü bu yıl ‘anne’ unvanı ile kutladığım ilk anneler günüm😍 Ekin kuzusu yanımızda, bundan daha güzel bir hediye olamaz zaten, orası kuşku götürmez, ama kutlama kapsamında ailecek yapabileceğimiz bir gezi için tren biletleri, gezmeyi çok seven bir anneye verilebilecek en güzel hediye bence, bunun için de öncelikle sevgili kocama ve minik kuzumuza teşekkürlerimi sunmak istiyorum… Haydi bakalım bu kadar laklaktan sonra gelelim sadede, Eskişehir gezimize…
Nasıl gidilir?
Siz de bizim gibi günübirlik bir gezi planlıyorsanız en rahat ulaşımı Pendik’ten hareket eden hızlı tren ile gerçekleştirebilirsiniz. TCDD’nin websitesinden online olarak tren biletini alabiliyorsunuz, tek sorun sistemin en geç 15 gün sonrasına kadar sefer saatlerini gösteriyor olması, daha ileri tarihli plan yapmanıza izin vermiyor, program yaparken aklınızda bulunsun☺ Trenin hareket etmesiyle başlayan yolculuğunuza eğer uyuyakalmazsanız görebileceğiniz gelincik tarlaları, ovalar, ağaçlar, dağlar, Sapanca gölü, dereler eşlik edecek ve 2,5 saatlik seyahatin ardından Eskişehir’e ulaşacaksınız. Bebekli tatil denince hep zorluklar geliyor akla, ama aslında baktığın açıya bağlı keyfi, keyifsizliği… Ekin olmadan önce eski ben, muhtemelen trenin kalkış saati olan 06:35’de fosur fosur uyumaya başlamış olurdu ama yeni ben, kucağında kuzu uyurken düşmesin diye uyumayıp yolu izleyebildi ki bence bu muhteşem, kesinlikle Polyanna oyunu oynamıyorum, yanlış anlaşılma olmasın☺
Bir günde neler yapabilirsiniz?
Sabah saat 9’da Eskişehir’e ayak bastığınızda güne yetecek kadar bol enerji toplamak için güzel bir kahvaltı ile başlamaya ne dersiniz? Bizim tercihimiz gardan ayrılınca yürüme mesafesinde, İsmet İnönü caddesi üzerinde bulunan Acıktım’dan yana oldu. Hem gözünüze hem de midenize hitap eden serpme kahvaltısının ardından mide hazmetsin diye güzel bir fincan kahve için 78 coffee’ ye gidebilirsiniz. Son zamanlarda İstanbul’da olduğu gibi Eskişehir de nasibini almış 3. nesil kahve dükkanlarından…. Bizim seçimimiz, 2015 yılında barista eğitimine beraber katıldığımız arkadaşımızın yerinden yana oldu. Kahve dükkanının isminin hikayesi de oldukça manidar, dedesi 1978’de Eskişehir’de bir kahveci açmış işletmek üzere, dedesini yadetmek için de dükkanın adını 78 koymuş Serhat. Gittiğinizde olur da sahibi ile karşılaşırsanız hikayesini kendisinden de dinleyebilirsiniz. Kahvenizi de içtiniz, artık yürüyüşe başlamanın zamanı geldi… Bu noktada bir öneri ile başlayacağım, eskiden sebze ve meyve hali binası olan yapı restore edilerek yenilenmiş, yeni ismi ile Haller Gençlik Merkezi kahveciye çok yakın, ilk durağınızı orası olarak belirleyebilirsiniz, biz dönüşe bırakmıştık ve malesef görmek için zamanımız kalmadı, günün planını belirlerken aklınızda bulunsun. Hediyelik eşya dükkanları ile kafelerin olduğu bu merkezde bulunan Mazlumlar Muhallebicisi de önerilen lezzetler arasındaydı, giderseniz deneyebilirsiniz bizim için deA bu arada küçük bir not daha, her an tepenizden geçen jetlerin yüksek seslerini duyabilirsiniz, eğer yukarıya bakıp tepki verirseniz Eskişehirli olmadığınız anlaşılıyormuş, hani bizden söylemesi, ama o güçlü sese de tepkisiz kalmak bir o kadar da güç alışkın olmayanlar için… Tahmin edeceğiniz üzere bendeniz neler oluyor bakışı fırlatarak –Berkay’ın üniversite günleri burada geçtiğinden daha Eskişehirli olarak çok da şaşırmıyor tabi- yolumuza devam ediyoruz ilk hedefimiz Devrim Arabası’na doğru…Porsuk çayının kenarında rengarenk köprüleri geçerek, şehrin her bir yanında dizilmiş onlarca bankları görerek, 18 yıl önce hiçbir canlının olmadığı çayda şimdi balıkların yüzdüğüne şaşırarak, İskandinav ülkelerini andıran güzellikte köprü- çay-yansıma fotoğrafları çekerken keşke şu arka planda görünen çay boyunca dizili evler de pastel renklerde rengarenk olsaydı diye ahlanarak TÜLOMSAŞ’a varıyoruz. 12:00-13:00 saatleri arasında kapalı ve 16:00’ya kadar açık olan müzede Atatürk’ün yurt gezilerinde kullandığı Beyaz Tren’in vagon görseli ile Türkiye’de tasarlanan ve üretilen ilk otomobil olan meşhur Devrim Arabası’nı ziyaret ettikten sonra bir sonraki noktamıza doğru harekete geçiyoruz. Bu arada Ekin ne mi yapıyor? Kanguruda mışıl mışıl uyuyor Kuzu uyurken biz de gezimize bölünmeden devam edebiliyoruz Köprübaşı iskelesine doğru. Adalar bölgesi diye de adlandırılan bu noktadan Porsuk çayı üzerinde gezebileceğiniz bot turlarına katılabilir ya da özel gondol turu yapabilirsiniz. 10-15 dakikalık süren bot gezisinin ardından küçük bir atıştırmalık olarak 1975’den bu yana hizmet veren Papağan’da “çibörek” molası verebilirsiniz. Porsiyonunda 5 adet olduğu için biz bir porsiyon sipariş edip paylaştık, daha çok tatmamız gereken lezzetler olduğu için… O kadar yağda pişmesine ve pek de çibörek seven biri olmamama rağmen hiç rahatsız etmeyen bir tat olduğunu söyleyebilirim, lezzetli çibörek keyfinin ardından rotamızı Hamam yolu caddesi üzerinden Odunpazarı Evlerine çeviriyoruz. Planımızda müze gezmek de vardı, özellikle Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi ziyaret etmek istediğimiz yerlerden biriydi, ancak Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi Pazartesi günleri müzeler kapalı olduğu için gezme şansımız olmadı ama aklımız kesinlikle kaldı… Madem müzede aklımız kaldı, bari haşhaşlı çörekte aklımız kalmasın diye eve götürmelik Petek Fırın’dan alışveriş yaptık☺Siz de isterseniz deneyebilirsiniz, evde yediğimizde lezzetinden çok memnun kaldık… Küçük alışverişimizin ardından Odunpazarı evlerine adımımızı atıyoruz. Bu evler keşke porsuk çayının kenarında olsaydı diyerek Abacı Konak Oteli’nin içindeki avluda bir fincan türk kahvesi molası veriyoruz. Ekin’in altını değiştir-emzir gibi ihtiyaçları da giderip Atlıhan El Sanatlar Çarşısı’nı, rengarenk evlerle dolu ara sokakları geze geze Hamamyolu Sanat Köprüsü’nün olduğu parka doğru yürüyoruz. Barcelona’daki La Rambla caddesini andıran bu caddedeki tek eksik sokak göstericileri… Pazartesi günü olmasına rağmen hareketli ve cıvıl cıvıl parkın içinden geçerek bir sonraki lezzet durağımız olan Abdusselam Balaban Kebap restoranına varıyoruz. Restoranın vitrini yok, kapıdan girip koridoru geçerek girebiliyorsunuz, bizim gibi önünden geçip kaçırmayın diye özellikle vurgulamak istedim. Şiş, köfte ve karışık opsiyonlarını sade, tereyağlı ya da tamekli versiyonlarında yiyebiliyorsunuz. Şişini daha çok beğendiğim restorandan çıkıp tatlı hakkımızı 1925’den beri hizmet veren Karakedi Bozacısı’ndan yana kullanıyoruz. Tadına aşina olduğumuz Vefa Bozacısı’nın bozasından daha yoğun kıvamlı ve daha az şekerli. Eskişehir’e gidip bu lezzeti denemeden olmazdı Daha ne yiyeceksiniz, yeriniz kalmadı diyenleriniz olabilir, ama aklımızda olan met helva’yı da daha sonra yemek üzere Tanınmış Helvacı’dan alıp, en son durağımız olan Varuna Gezgin’e yorgunluk birası içmeye gidiyoruz.
Bir güne neler sığmadı?
Yapay plajın olduğu Kent Park, Bilim, Sanat ve Kültür Merkezi olarak tasarlanan Sazova Parkı, Eskişehir’in en büyük şelalesinin bulunduğu Şelale Park ile Eskişehir’e 80 km uzaklıkta olan Frig vadisinde bulunan Yazılı Kaya Anıtı...
Yani anlayacağınız üzere bir gün yetmiyor Eskişehir’i doya doya gezmeye, olanağınız varsa 2 gün ayırmakta fayda var, hem gece ışıltısını ve hareketini de görürsünüz. Bizim gibi haftada tek gün tatili olanları ise yeniden bir günlük Eskişehir gezisi bekliyor sanırım hızlı tren ile, bakalım bu geziyi ne zaman yapabileceğiz☺ O zamana kadar keyifle okuduğunuz bir yazı olduğunu umarak hoşçakalın☺

 

This slideshow requires JavaScript.