Festival´in ilk haftası geride kaldı bile. Yağmur eşliğinde gittiğim son 3 filmden de kısaca bahsetmek istiyorum. 7 Nisan 2011 Perşembe akşamı Atlas sineması´nda gösterimde olan ‘İçimdeki Katil’, İngiliz / ABD ortaklığında yapılan bir film. Başrollerinde Kate Hudson ve Jessica Alba´nın yeraldığı film, kadınları döve döve öldürmekten keyif alan bir adamın çevresinde gelişen olaylardan oluşuyor. Sevgi ve şefkatin yokedilişi gibi konulara değinen film, izlemeye değer, ancak adamın psikopatça zarar vermesini içeren sahneleri takip etmekte zorlanabilme ihtimaliniz olduğu konusunda sizi uyarmadan da geçemiyorum…Atlas sineması´nın, dar koltuklarına rağmen, hala Fitaş 4 salonu´ndan çok daha konforlu ve rahat olduğunu düşünerek sinema´dan evime gitmek üzere ayrılıyorum..
Ertesi gün planda ‘Rolling Stones sürgünde’ filmi var. Her ne kadar yoğun iş gününden sonra, film öncesinde spora git, vakit geçir, sonra film izle, eve 1´e doğru saatlerde git koşturmacasından yorulsam da azimle plana sadık kalıyorum ve 8 Nisan 2011 Cuma akşamı için Taksim yollarına düşüyorum. Belgesel niteliği taşıyan ve Rolling Stones´un en başarılı albümlerinden ‘Exile on Main Street’i nasıl hazırladıklarını grubun kendi ağzından dinleyebileceğiniz, çeşitli müzisyenlerle söyleşileri içeren bir fim. Eğer Rolling Stones hayranı iseniz, özellilkle Mick Jagger´ın gençlik halini görmek isteyenlerin izlemesi gereken bir film 🙂 Festival filmleri arasında da en kısa olanı, sanırım bu, 61 dakika sonunda sinemadan ayrılıp ilk defa evime erkenden varabiliyorum…
Festival´in ilk haftasının kapanışını yapacağım filme geldi sıra, güzel başlayan Cumartesi günü´nde. Pırıl pırıl bir havada güzel bir dost Rozi ile Emirgan Sütiş´de leziz kahvaltı ile güne başlıyorum. Uzun süren kahvaltının, hoş sohbetin ve boğaz´da sahilde hafif bir yürüyüşün ardından bir sonraki programda görüşmek üzere vedalaşıyoruz… Ve gene Taksim yolları güzüküyor bana 19:00 matinesi için… Sağanak yağış olmasına ve facebook´da yazılan ‘bu havada en güzel şey, kahve ya da çay eşliğinde kitap okumak ya da tv izlemek’ gibi yorumları okumama rağmen yılmadan filme varmayı başarabiliyorum. Ön sıralardaki koltuğuma usulca yerleşiyorum elimdeki kahveyi dökmemeye çalışırken bir yandan da gözüme gözlüğümü iliştirerek….Filmin başlamasına 15 dakika varken duvardaki resimleri inceliyorum. Beyoğlu sineması´nın duvarındaki resimleri kimin çizdiğine dair bir araştırma yaptım internetten, ancak bilgi bulamadığım için sizinle paylaşamıyorum 😦 Ancak burası, Emek sineması´ndan sonra en başarılı sinemalardan biri diyebilirim…Duvardaki resimlere daldığım anda, ışıklar kapandı, ve korku ve gerilim türü filmlerinin üstadı Claire Denis yönetmenliği´nde ‘Her gün başka bir bela’ filmi başlayıverdi. Film, eğer sizi kan tutmuyorsa, azap verici şiddeti izlemeyi rahatsız edici bulmuyorsanız izleyebileceğiniz kült bir film. Filmden çıktıktan sonra bir darlanma hissetmeniz çok doğal, yandaki fotoğraftan da anlayacağınız üzere 🙂 Bu filmin etkisini, sanırım ancak, 11 Nisan 2011 Pazartesi akşamı izleyeceğim, aynı zamanda filmin müziklerini oluşturan ‘Tindersticks’ konseri ile atlatabileceğim 🙂