Çok uzun zamandır bir türlü oturup kendimi veremediğim için yazılarımı sürekli erteleme modunda yaşarken artık start verebileceğime inanmak istiyorum. Özellikle sizler ile paylaşmak istediğim son gezim hakkında notlarımı Kasım ayından bu zamana kadar paylaşamadığım için şimdiden özürlerimi sunuyorum. Bilirsiniz bazen cümleler geldiği yerden öyle gelirler rastgele ve yazarsın, bazen de oturur ekrana bakarsın ekran sana bakar, kendine güvenini de kaybedersin, bilgisayarı kapatıp yazmayı yeniden ertelersin. Ben de işte aynen bu modda, evet şimdi iş ile ilgili yapmam gereken şeyler var, eveeeet şimdi de ev ile ilgili yapmam gereken işler var derken, gezinin üzerinden 2 ay geçtiğini farkettim… Şimdi de annemle yeni evimin tadını çıkartırken ve huzurlu huzurlu otururken artık zamanı dedim, ve umarım okurken zevk alacağınız bir yazı olur…
Aylar öncesinden planını yaptğımız 17 günlük Tayland – Vietnam – Kamboçya gezimizin başlangıç tarihi gelmişti işte, 6 Kasım 2011. Geçen yılki yalnız Nepal gezimden farklı olarak bu sefer yol arkadaşım Rozi ile birlikte seyahatin heyecanı içindeydik. Tayland´da yaşanan sel felaketi yüzünden acaba gezimiz iptal olur mu diye tasalanırken biz işte yola çıkmıştık bile…Havaalanında beklerken uzun zamandır, nasıl olsa 17 gün beraberiz diye konuşulacak konuları biriktirdiğimizden ve Nepal ile karşılaştırma yaparak – harita üzerinde bu bölgeden bulunup tek gittiğim ülke henüz sadece Nepal olduğu için, sürekli karşılaştırmalarımı burayı baz alarak yapacağımı göreceksiniz yazım boyunca, şimdiden affınıza sığınıyorum – gittiğimiz yerlerde süt bulamayacağımı düşünerek son kez güzel bir latte içmek üzere Starbucks´da beklemeye ve sohbet etmeye tabir-i caizse çançan konuşmaya koyulduk.
Güzel bir sohbetin ardından Gulfair ile Bahreyn aktarmalı Bangkok uçuşumuza başladık. 3 saatlik bir yolculuğun ardından Bahreyn´e vardık, bir sonraki uçağımızın kalkış zamanına 7 saat varken bir de uçağın rötarlı bir şekilde kalkması acı oldu soğuk havaalanında. 6,5 saatlik bir uçuşun ardından, işte Bangkok´taydık… Eveet ilk Nepal karşılaştırmamı yapıyorum: şaşırtıcı şekilde temiz, yere çekinmeden oturabileceğiniz seviyede temiz!..
Oldukça güzel tasarımlı havaalanından ayrıldıktan sonra konaklayacağımız otele doğru harekete geçtik. Rambuttri Village Inn Plaza, şehrin merkezinde, temiz, masaj salonlarına çok yakın – bu kısmı gerçekten çok önemli 🙂 – bir otel. Daha ilk akşamımızda Rozi ile keşfettiğimiz Charlie, tüm seyahatimiz boyunca favori mekanımız oldu. 30 dakikalık ayak masajını 100 baht´a yaptırabiliyorsunuz, ama aldığınız haz kesinlikle çok ama çok daha fazla, gerçekten Tayland´lılar bu işi çok iyi biliyorlar… Keşke Türkiye´de de bu kadar ucuz olsa demekten kendimi alamıyorum, acaba bir tanesini yanıma alıp İstanbul´a mı getirsem 🙂 İşin şakası bir yana Bangkok´a yolunuz düşerse Charlie´yi kesin bulun, hem çok hijyenik hem de masajları süper.
Güzel bir ayak masajının ardından sokak satıcılarının sattıkları yiyecekleri geçerek – burada da muhtemelen bunları görünce midem bulanabilir, pis bulabilirim şeklinde önyargım varken gene yanıldığımı farkettim, kim derdi ki hatta ertesi gün çekirgeyi çıtır çıtır çekirdek gibi yiyeceğimi 🙂– Macaroni restaurant´ta ilk akşam yemeğimizi yedik, ve bu mekan Bangkok´ta kaldığımız sürece yemek yediğimiz tek restoran olarak kaldı. Yemekleri oldukça lezzetli, kesinlikle tavsiye ederim….Restaurant´dan otel´e 5 dakikalık yürüyüş de çok mu yorucu oldu ne, yatmadan önce bir ayak masajı daha yaptıralım bari… – ucuz olunca biraz abartabiliyorsun tabi 🙂
Ertesi gün (8 Kasım Salı) oldu ve maceralı tatilimizin – laf aramızda yoğun mesaimizin– erken saatte güne başlama fasıllarına da start vermiş olduk… 6:30´da kahvaltı, 7:30´da hareket, ya da 4:00´da uyanış ve yola başlayış, bunlar seyahat boyunca bizim yaşam biçimimiz olacaktı.
Nepal kahvaltılarını aratmayacak şekilde aynı zengin içerikli – omlet, zar gibi ince kesilmiş salata dilimi ve tost ekmeği 🙂 , şikayet etmiyorum yanlış anlaşılmasın, sadece beklentilerinizi yüksekte tutmamanız için ek bilgi olarak paylaşıyorum – bir kahvaltının ardından 85 milyon´luk nufusa sahip Bangkok gezimiz, 1,5 saatlik araç yolculuğu ile başladı. Floating market (yüzen Pazar)´e varıyoruz, kanalların kenarında yürüyerek alışverişinizi yapabilir, fotoğraf çekebilir, sandallar ile yiyecek satan Tayland´lılardan atıştırmalık tatlar deneyebilirsiniz. Şunu mutlaka deneyin diyemeyeceğim, satın aldığım bir yiyecek olmadı, ama yürürken ağzıma tıkıştırılan meyve cinsinden birşeyler oldu, bunlara da şimdiden hazırlıklı olun :), ama dediğim gibi Tayland dikkatimi çekecek şekilde temiz bir yer, bu yüzden de çok rahatsızlık hissetmedim o meyveyi yutarken 🙂
The Royal Grand Palace, Budha tapınakları, Çin mahallesi Bangkok´ta görmeye değer yerler arasında. Bu gezileriniz arasında renkli renkli taksiler ve adım başı sıklıkta açılmış olan 7/11´ları görmek mümkün.
E bütün gün yürüdük, bolca fotoğraf çektik, bunu ödüllendirmek lazım şimdi ve ne yapmak lazım.. Elbette Charlie bizi bekler 🙂 1 saat´lik tüm vücut masajına 200 baht verdikten ve güzel bir yemekten sonra Bangkok’un gece pazarı ve gece şovlarıyla ünlü eğlence merkezi bölgesi olan Patbong’a tuktuk´lar ile hareket ettik. Burada isteğinize bağlı olarak farklı eğlenceler bulmanız mümkün, sizin zevkinize, beklentilerinize kalmış bu kısım… 🙂
Ertesi gün ( 9 Kasım Çarşamba) normalde gezi planımızda yer alan Ayuthaya´yı, seller altında kalması sebebiyle görme şansımız olmadı malesef. Ayuthaya yerine Kwai köprüsüne doğru yol aldığımız otobanda yolun kenarında parketmiş arabaları görünce şaşırmayın, neden oraya parkederler, arabalarına nasıl ulaşarak yeniden hareket ederler, bu sorular, cevapsız kalan sorulardan, hatta siz gidip cevabını da bulursanız blog´uma not bırakmanızı önemle rica ederim.
Bu arada seyahatimizin ilk gününde oralarda sütsüz kalırım korkusu yaşayan biri olarak, Starbucks görünce yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz 🙂 KFC, Subway, Burger King, McDonalds rahatlıkla bulabileceğiniz yerler arasında, kısacası Tayland´da eğer yerel yemeklerden zevk almazsanız kesinlikle aç kalmazsınız…
Ve gelelim günümüzün gezi noktasına. 3 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Kanchanaburi´ye, Bangkok´un 130km batısında bir kasaba´ya vardık….Kwai köprüsü de bu kasabada 2. Dünya Savaşı sırasında inşa edilen ve Kwai nehrinin üzerinde yer alan bir köprü. Şanslıysanız siz köprünün üzerinde yürürken trene de rastgelebilirsiniz, bu anı fotoğraflamanızı kesinlikle tavsiye ederim…
Kwai köprüsü´nü gezdikten sonra 30 dakika süren bir fil safari ve nehirde bambu rafting´in ardından Sai Yok Noi şelalesini gördük, Tiger Temple´ı ziyaret edemedik, aklınızda bulunsun yanınızda mutlaka uzun kollu t-shirt ve ince bir pantolon çantanızda bulundurun, tapınaklara girişlerde sorun yaşamak istemiyorsanız….Sonrasında Bangkok´a dönmek üzere yola çıktık.
Tarihi yerler, fil safari, rafting derken yorulmuşuz tabi Charlie´ye gitmek lazım 🙂 Paralarımızın 3 gün içinde nasıl da eriyip bittiğini çok rahat anlayabilirsiniz, ama Charlie bağımlılık gibi, günde en az bir kez ziyaret etmezseniz içiniz rahat etmiyor 🙂 Güzel bir masajın ardından yazımın başında bahsettiğim çekirgeyi işte tam bu gece yedim… Hımmm nasıl desem, tadı yok, çıtır çıtır, yağ içiyormuş gibi aynı zamanda… Midemi biraz rahatsız ettiğini söylemeden geçemeyeceğim…Bu arada yediğimin çekirge olduğunu düşünüyorum, tam olarak emin değilim, hamamböceği de olabilir.. Neyse daha fazla sorgulamıyorum, oldu bitti, 2 ay geçti, bu yazıyı yazabiliyorum, ölmedim 🙂
10 Kasım Perşembe sabahı 4´de Bangkok´taki otelimizden ayrılarak ve Charlie´ye veda ederek Vietnam´ın başkenti Hanoi´ye uçmak üzere hareket ettik. Çok uzun sürmesini beklediğimiz vize işlemlerini Vietnam´da sıkıntısız bir şekilde tamamlayabildik. Pasaport işlemleri için mutlaka yanınızda bol bol vesikalık fotoğraf bulundurmayı unutmayın, bazı yerler normalde 1 fotoğraf talep ederlerken prosedür değişmiş olabiliyor ve 2 fotoğraf talep edebiliyorlar, önceden hazırlıklı gitmekte fayda var.
Kuzeyden güneye boydan boya gezeceğimiz Vietnam, 85 milyon´luk bir nüfusa sahip, peki kaç motor olduğunu tahmin edebiliyor musunuz? 40 milyon civarında motorsiklet var, ilk kez sokağa çıktığınızda karşıdan karşıya geçmekte hakikaten zorluk yaşayabilirsiniz, ancak 1-2 denemeden sonra size kimse çarpmadan kesinlikle yapabileceğinize inanabilirsiniz. Aynaları olmayan onca motor, yaya, bisiklet, tuktuk ve arabalar nasıl oluyor da trafik lambaları olmadan düzenli ve kazasız bir şekilde hareket edebiliyorlar…Bunu gözlerinizle görmek isterseniz sizleri Vietnam´a davet ederim :), ama bir an çığlık atıp tüm bu karmaşaya son vermek de isteyebilirsiniz 🙂 Özellikle bir Vespa kullanıcısı olarak, ve daha hiç arkasına yolcu almamış, spor ayakkabı harici bir ayakkabı ile motor kullanamayan bir motorcu olarak, topuklu ayakkabılarla, tek eliyle cep telefonunda konuşup tek eliyle direksiyona hakim olan bayan sürücüleri görünce kendimden de bir an şüphe ettim doğrusu 🙂
Kahve konusunda Brezilya´dan daha iyi olan Vietnam´da tilki dışkısı isimli kahveyi deneyebilirsiniz, yalnız şunu belirteyim, bu kahve çok sert, çok kısmını çok vurgulayarak söylüyorum…
Hanoi´de görülecek yerler ve yapılacaklar arasında Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi ve Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk başkanı olan Ho Chi Minh mozelesi, Hoan Kiem gölü çevresinde yürüyüş ve yürüyüş sırasında göl kenarındaki café´de dondurma yiyerek küçük bir mola, göl üzerinde kırmızı bi köprü ile ulaşılan Ngoc Son Tapınağı´nı sayabilirim. Restoran olarak yerel rehberin bizi götürdüğü Nhà Hàng MinhAnh Restaurant muhteşem ötesiydi, birbirinden leziz yemekleri denemek isterseniz burayı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Para birimi donk olan Vietnam´da bir café´ye gittiğinizde eğer latte ya da sütlü kahve içmek isterseniz, çok önemli bir konuya dikkatinizi çekmek isterim, condensed milk dedikleri yoğun sütü kahvenin içine ekliyorlar, ancak bu şekerli bir karışım, eğer kahvesini şekersiz içenlerdenseniz, bunu denemenizi tavsiye etmem 🙂 Özel olarak fresh milk yani taze süt ile yapılmasını talep etmeniz gerekiyor….
11 Kasım Cuma günü sabah 8:30 civarında Hanoi´den hareket ederek Vietnam´ın güneyine doğru inmeye devam ediyoruz. 170 km uzaklıkta, Çin denizi´nde Pasifik okyanusu´na açılan ve Dünya Kültür Mirası´nda bulunan Ha Long Bay´e doğru ilerliyoruz. Çin ve Vietnam savaşı sırasında Vietnamlı´ların Çinli´lere karşı korundukları, 3,000 adacıktan oluşan ve sayısız mağaranın bulunduğu bir körfez.
Ha Long Bay´de olmazsa olmazlardan biri: mutlaka ahşap teknelerde gece konaklamalı seyahat organize etmek… Bunu yaptığınızda ne demek istediğimi çok net anlayacaksınız, günübirlik gidip sakın ayrılmayın, geceyi o sessizliğin içinde mutlaka geçirin….
12 Kasım Cumartesi Ha Long Bay´den yeniden karayolu ile Hanoi´ye geri döndük gece 23:00´de kalkacak olan Hue trenimiz için. Otobüs, uçak, tuktuk, minibus, bot, tekne, gemi derken seyahatimizin bir başka ulaşım aracına binmenin heyecanı içindeydik, çünkü kendi adıma ilk defa yataklı trende seyahat edecektim. Yatakların dar olmasına rağmen yorgunluktan kesintisiz sabaha kadar uyuduğum ve uykudan en çok zevk aldığım gecelerden biri olmasına sebep oldu bu trenle yolculuk…
800 km´lik tren yolculuğunun ardından 13 Kasım Pazar günü öğlen civarında UNESCO koruması altındaki yasak şehir Hue´ye vardık. Eskiden Vietnam İmparatorluk´un başkenti olan Hue´de parfüm nehri – eskiden koku saldığı için parfüm nehri denmiş ama artık kokudan eser yok malesef – , yedi katlı Pagoda, Yasak Mor Şehir, Tu Duc mezarlığı, görülecek yerler arasında.
14 Kasım Pazartesi günü yeniden karayolu ile Fransız kolonisi olan Hoi An´a doğru hareket ediyoruz. Mimari yapısına hiç dokunulmamış masal gibi bir şehir. Eğer buraya gitme şansınız olursa kesinlikle en az 3 gün ayırın, kaldığımız süre 1 gün 1 gece ve bu zaman şehri tümüyle yaşamamıza yetmedi malesef… 16. yüzyılda liman şehri olan Hoi An´da görülecek yerler ve yapılacaklar arasında Japon köprüsü, nehir üzerinde bot turu, pazar sokağında alışveriş ve tabiki delicesine pazarlık… Bu arada Vietnam´da dişleri lake ile kapatmak bir saygınlık belirtisi, portre fotoğraf çekmekten zevk alıyorsanız Vietnam´lıları güldürmeniz gerekecek. Vietnamlı bir teyzenin dişlerini görüntüleyebilmek için yaptığım yapmacık gülümseme ‘hihihihi’ hem kadının da aynı şekilde ‘hihihihi’´lemesi ile sonuçlandı hem de tüm gezi boyunca bu an Rozi ile benim aklımızdan hiç silinmedi..
15 Kasım Salı günü üzülerek güzel şehir Hoi An´dan ayrıldık ve Ho Chi Minh´e yapacağımız uçak sehayatimiz için yola başladık. Vietnam´ın en büyük şehri olan Ho Chi Minh, aynı zamanda Saigon ismiyle de bilinmekte. Burada görülmesi gereken yerlerden biri savaş müzesi, uçağımızın gecikmeli hareket etmesi sebebiyle müze saatlerinde burada bulunamadık L Otellerle ve yüksek binalarla dolu olan şehirde restaurant bulmakta zorlanabilirsiniz. Saigon´dan su kuklası izlemeden kesinlikle ayrılmayın, her ne kadar tiyatro´nun tavanında fareler cirit atarken gösteriden zevk almak zor olsa da kaçırılmaması gereken bir eğlence 🙂
16 Kasım Çarşamba günü de İstanbul´a dönene kadar sürecek olan bir yol macerasına start vermiş olduk. Vietnamca ‘Dokuz Ejder Deltası’ olarak bilinen Mekong deltası´nda tüm gün süren bot yolculuğu esnasında izleme fırsatı bulduğumuz su üzerindeki yaşamlar, yol yorgunluğunu kesinlikle unutturdu. Tayland ve Vietnam´dan sonra Kamboçya biraz daha fakir, daha az hijyenik ve daha fazla böcekli bir yer. Eğer uyuduğunuz odada tavanda kerkenkelelerin, zeminde ise hamamböceklerinin varlığı sizi rahatsız ediyorsa kesinlikle yanlış yerdesiniz 🙂 İlk 5 dakika bir ürkme hissetsek de Kamboçya´da olduğumuz sürece kerkenkele ve hamamböcekleri ile dost kalmaktan yana oyumuzu kullandık başka çaremiz olmadığından…
Gece sağ salim geçmişti, hiçbir zayiat yoktu ve 17 Kasım Perşembe sabah erkenden yeniden yollara döküldük, bot ardından başka bir bot ve ardından hızlı feribota binerek Kamboçya´ya sınırı geçerek yol aldık, tüm gün süren bir nehir yolculuğunun sonunda Kamboçya´nın başkenti Phnom Penh´e vardık. Yeniden yapılanma aşamasında olan şehirde görülmesi gereken yerler arasında Silver Pagoda ve Royal Palace bulunmakta.
18 Kasım Cuma sabahı 6 saat sürecek otobüs yolculuğumuza yeniden başlıyoruz ve Siem Reap´a doğru yol alıyoruz. Son günlerimiz evet hep yollarda, evet yorucu, ama halkın yaşamını, kültürünü de yakından görebilme şansına sahip olabiliyorsunuz…
Akşama doğru vardığımız Siem Reap´de otelimizde biraz dinlendikten sonra Apsara danslarını izlemek üzere yemeğe gittik, kesinlikle görmeye değer…
19 Kasım Cumartesi, işte günlerdir yapmış olduğumuz yorucu seyahatin ödülünü hak etme zamanı gelmişti…. Sabah erkenden bindiğimiz tuktuk´lar ile Ankor tapınakları bölgesine hareket ettik. Gün doğumundan gün batımına kadar tüm günümüzü harcadığımız tapınaklar bölgesi tek kelime ile harika. Tek tavsiyem, tuktuk´u günlük olarak kiralamanız, çok pahalı da değil, 18 USD vererek tapınaklar arasında en azından tuktuk ile seyahat edebiliyorsunuz. Bisiklet de kiralayabilirsiniz, ancak akşama haliniz kalsın ve her yeri tek bir günde görmek istiyorsanız bana güvenin, kesinlikle tuktuk kiralayın 🙂
Gezimizin kapanışını çok güzel bir şekilde yapmanın verdiği mutluluk ve enerji ile Siem Reap´den Bangkok´a yapacağımız uzun otobüs yolculukları, Bangkok´tan Bahreyn´e uçak yolculuğu, Bahreyn´de 1 gece konaklama ve ardından Bahreyn-İstanbul uçak yolculuğu göz açıp kapayıncaya kadar bitivermişti hem de 3 gün sürmesine rağmen 🙂
Güneydoğu Asya gezisi ile ilgili daha detaylı bilgiler edinmek isterseniz http://guneydoguasya.com/anasayfa.asp?id=55 websitesini ziyaret etmenizi de tavsiye ederim, ülkelere dair pek çok bilgiye de erişebilirsiniz.
Umarım sehayatim boyunca aldığım hazzı sizler de en azından sıkılmadan okuyarak alabilmişssinizdir ve umarım eğer yolunuz buralara henüz düşmediyse Güneydoğu Asya ülkelerini görme şansına sahip olursunuz…
Işıl, harika bir gezi yazısı yazmışsın. Beni tekrar oralarda gezdirdin. Fotoğraflara da özellikle suda yansımalı olanlara bayıldım…Çok profesyonelce. Artık takipcinim , bu böyle biline.
Otobandaki arabalar ise, selde zarar görmesin diye su seviyesinden yukarıya bırakılmak üzere oraya getirilmiş. Tehlike tam olarak geçtikten sonra alınacaklar.
Ayrıca gazetede okuduğum bir habere göre, Hyundai fabrikası selden zarar gören tüm arabalarını imha etmiş.
🙂 teşekkür ederim gülderencim… oh teşekkür ederim nur´dan da email aldim şimdi, ben oradaykenbyu detayı kaçırmışım arabalarla ilgili olarak:) teşekkürler yeniden…
Isıl, yazını yine buyuk bir zevkle ve bir solukta okudum…su gibi akıp gittii….o gunlere tekrar dondum…ellerine saglık…
eee simdi nereye gidiyoruzzz:PP
Işıl bu yazı beni bir türlü kopamadığım gezi günlerimi tekrar yaşattı.bence bu kadar güzel ve tatlı dille yazılırdı.eline sağlık.Darısı diğer gezi yazılarına.
teşekkür ederim vedatcım pitonum 🙂
Merhaba Isil,
Ben de cok yakinda bir Thailand, Vietnam, Kambocya (arti Laos) gezisi planliyorum, bu konuda blog arastirirken senin bloga denk geldim ve cok hosuma gitti, kalemine (daha dogrusu klavyene:) saglik. Bir sorum olacak, Turk vatandaslarinin bildigim kadariyla Thailand’a vize almasi gerekmiyor ama Vietnam ve Kambocya’yi nasil hallettiniz? Vietnam vizesini sinirda almissiniz sanirim, Kambocya da oyle mi? Bir sorun cikiyor mu ya da uzun suruyor mu?
Bu arada ben de iki sene once Nepal’i gezdim biraz ve asik oldum oralara, bir kez daha gitmem istiyorum ileride. Henuz sira gelmedi ama ilk firsatta blogumda da Nepal gunluklerimi yazacagim.
Berlin’den selamlar
Silan
merhaba silan, öncelikle yazımı beğendiğin için çok teşekkür ederim :):)
tayland için vize gerekmiyor doğru, kamboçya için sınırdan vize alabiliyorsun ama Vietnam için önceden başvurman geekiyor hatta kastırıyolar baya gideceğin tarihten yaklaşık 2 ay kadar önce başvurman gerekiyor. vietnam´a girerken de yanında 2 adet foto falan bulundurman gerekiyor, kapıda da kastırabiliyorlar, ama bizim şansımıza çok kısa zamanda fazla beklemeden ülkeye giriş yapabildik.
nepal süper bi yer bence de 🙂 özellikle pokhara ve chitwana bayıldım:)
senin bloga da benim blogdan link verdim ana sayfada sol tarafta:) beni ziyaret edenler sana da gelsinler 🙂
sevgiler,
ışıl
Selam Isil,
Cevabin icin tesekkurler, bana Vietnam ve Laos icin konsolosluk yollari gorundu onumuzdeki haftalarda anlasilan. Iple cekiyorum bu geziyi, senin yazilardan da gerekli notlari aldim bu arada gezi icin:)
Pokhara benim icin de Nepal’deki favori yerlerden biri olmustu. Bir digeri de Himalayalar’da yaptigimiz 4-5 gunluk Anapurna yuruyusu. Chitwan’da neredeyse hic bir vahsi hayvan goremedigimiz icin sinir olmustuk:)
Ben de senin blog linkini ekledim sayfama, takip ediyorum seni bundan boyle:)
Sevgiler
Silan
:):) bol şans diliyorum vize sürecinde 🙂
chitwanda aynen sadece geyik gorduk kı onu zaten gorebılıyorus kolayca 🙂 ama kathmandudan sonra oraya vardıgımda kı sessizlik muhtesem gelmıstı bana:)
guzel haberlerini bekliyoruz, şimdiden güzel bir yolculuk diliyorum sana..
sevgiler,
ışıl
Merhaba, 2009 yılında aynı rotada unutamadığım bir seyahat gerçekleştirmiştik. Yazınızla tekrar yaşadım o yolları:) kaleminize sağlık. Nice güzel yolculuklar dilerim.
sevgiler,
http://seyahatofisi.blogspot.com.tr/
Cok tesekkur ederim;) size de bol maceralı geziler diliyorum, sevgiler