İstanbul´da uzun zamandır ihmal ettiğim semt, bence İstanbul´un en keşmekeş ama bir o kadar da en keyifli yerlerinden birisi olan Eminönü´ne gitme vakti gelmişti… Gün nasıl mı başladı.. Önce Kadıköy´de 180 yıllık bir geçmişi olan Beyaz Fırın´da Sarıyer Börekçisi´nin poğaçalarına benzer lezzette ağızda eriyen poğaçasını ve bana göre İstanbul´da yiyebileceğiniz en taze milföy hamur çilekli pastasını güneşli masada götürmekle başladı. Yolunuz bir gün Kadıköy´deki Beyaz Fırın´a düşerse bu pastayı kesinlikle denemelisiniz, özleyeceğiniz tadlar arasına gireceğine garanti veririm 🙂 Bol enerji yüklemesinin ardından bol oksijen alacağım Kadıköy-Eminönü vapur seferine sıra gelmişti, martılar eşliğinde, güzel İstanbul´u izleyerek yaptığım 25 dakikalık deniz seyahati sonunda Eminönü´ne varmıştım. Uzun zaman ara verince karşıdan karşıya geçmek için üstgeçidi kullanmam gerektiğini hatırlamayınca o meşhur, iğne atsan düşmez altgeçidine geldiğimde gördüğüm manzara gerçekten ilginçti. Neyse ki karşı tarafa geçtiğimde cüzdanım, çantam hala yanımdaydı, ilk etabı başarıyla atlatmıştım 🙂 Eminönü ritüelime başlayabilirdim artık… Mısır çarşısında kuyumcular, çerezciler, hediyelik eşya dükkanları arasından geçerken arada beni de turist sanıp İspanyolca ya da İtalyanca seslenenler, müşterileriyle pazarlık yapanlar, onca çerezciye ragmen Malatya pazarı´nın önündeki kuyruk… Ve çarşının arka kapısından çıktığınızda karşınıza çıkan cennet 🙂 Herşeyi oldukça uygun fiyatlara alabileceğiniz sokakta ne ararsanız var. Gerçi
dükkanlara girdiğinizde ucuz diye nitelendirdiğim ürünlere ‘çok pahalı, buna ayıracak paramız yok’ diyenleri görmek de üzücü, bunları duyunca sadece halime şükretmek geliyor içimden… 😦 Hem toptan hem de perakende satışları olan dükkanların birarada bulunduğu bir han var Eminönü´nde, Şark Han… Burası muhteşem keyifli bir yer, hiçbirşey almasanız bile o hanın içinde dolaşmak ayrı keyif. Zaten oldukça uygun fiyatları olan ürünler için pazarlık yapıyor olmak ne kadar mantıklı bilmiyorum ama evim için aldığım 2 süs eşyası kendimi bir anda Nepal´deymişim gibi hissettirdi. Nepal´de alışveriş yaparken mutlaka uyguladığımız bir taktik vardı, önerdiğimiz fiyata onay vermezlerse sırtımızı dönüp dükkandan çıkar gibi yapardık ve genelde arkamızdan ‘ ok ok’ diye seslenirlerdi. Ve aynısını Şarkhan´da yaptım, tamam azıcık utanıyorum bunu yazarken ama çok da zevkliydi ve işin komik tarafı burada da işe
yaradı 🙂 Eminönü´nde yaptıklarım arasında normalde 1897 yılından beri hizmet veren Konyalı restaurant´ya yemek molası vermek de olurdu ancak bu sefer burayı es geçmek durumunda kaldım, günün geriye kalan kısmında aklımda olanları yiyebilmek için 🙂 Dijital fotoğraf makinesine geçtiğimden beri uğrayamadığım, ve eskiden pozitif filmlerimi yaptırdığım Mustafa Tunç´un dükkanını hala açık görmek oldukça sevindiriciydi, dijital dünyaya geçişin fotoğraf sektörüne etkisi oldukça fazla oldu malesef, eskiden magazin, dia saklama poşeti, pozitif film alırdık, bunların hiçbirine ihtiyaç kalmadı artık, bir yandan özlüyorum diaları teker teker kesmek, magazinlere yerleştirmek eğlenceliydi ama bir yandan da özlemiyorum çünkü nerede ne vardı, hangi magazinde hangi fotoğraflar vardı sorgulamasını artık yaşamıyorum 🙂 Neyse Mustafa Tunç´un kendisini de gördükten sonra bugünlük Eminönü maceramın sonuna gelmek zorundaydım. Eminönü´den Karaköy´e köprü üzerinde oltalara yakalanmama umuduyla yürüdükten sonra Tünel´e
varmıştım. Karaköy ile Beyoğlu´nu biraraya bağlayan, Londra´dan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel yolculuğunun ardından Taksim´deki ilk durağım Cremeria Milano oldu 🙂 İstiklal caddesi´nde vanilya ve çikolata parçacıklı dondurmamı tamamladıktan sonra sıra yakında malesef kapanacak olan ve çoooookk uzun zamandır yemediğim İnci
profiterol´e gelmişti. Dedim ya size aklımda yemek konusunda daha çok şey var diye 🙂 Ve herzamanki gibi kuyruk vardı ve her zamanki gibi profiterol…. lezzetini tarif edecek bir sıfat bulamıyorum… kesinlikle muhteşemdi. İlk başta ayakta yemeye çalışırken bir anne-kız masalarına davet etti, 3 dakika içerisinde tabaklarımızı silip süpürmüştük, birbirimizi tanımıyorduk ama 2 ortak noktamız vardı, uzun zamandır rejim yapıyorduk, rejimi bozmaya değecek kadar cezbedici olduğu konusunda hemfikirdik. Ve ayrıca, İnci profiterol´ü kapatan zihniyetlere de bir kere daha ‘sevgilerimizi’ gönderdik. Bol yemekli, bol yürüyüşlü, oksijen dolu, keşmekeş içerisinde harika bir gün… Ve evet yarın yeniden rejime başlıyorum… Bir sonraki İstanbul macerasına kadar görüşmek üzere… 🙂
Comments
Inci´nin kapanacagini bilmiyordum, cok uzucu. Ilk Istanbul´a gelisimde bir veda ziyareti yapmam lazim demek ki (eger hala kapanmadiysa)..
Sevgiler
evet malesef kapancak ve başka yere de geçmiyolar 😦 umarım yetişirsin son bi kez yemek için, çünkü inanılmaz bi lezzeti var 🙂
Emek’ten sonra İnci de mi kapanıyor? Saray sineması Demirören alışveriş merkezi olduktan sonra herşey beklenir…
evet malesef 😦
İnci’nin kapanacağı duymak çok kötü 😦 Çok güzel, çok özel bir yerdir. tabureleri, tabakları, bardakları, kaşıkları ile tarihi tüm sıcaklığı ile ayakta tutan, içimizi ısıtan eşsiz bu mekanı özleyeceğim.
Kapanıp başka bir yerde açılıyor olsa daha çok üzülürdüm. O’nun olması gerektiği yerde, tam bügün olduğu yerde olması gerekir. Bu orjinalliğin bozulmaması gerekir 😦 Bu tarihe kadar çizğisini bozmayan, başka bir yerde bile şube açmayan bu mekanın neden kapacağını merak ediyorum. En kısa zamanda gidip öğrenmeliyim.