Kızarmış yeşil ‘ yapraklar’ diyarında 3 nokta: Kopenhag, Goteborg, Oslo

Posted: November 11, 2012 in Gezi

Uzun zamandır oraya mı gitsem buraya mı gitsem düşünceleri arasında en sonunda karar kıldığım gezimi gerçekleştirmek üzere Atatürk havalimanı´ndayım… Doğru havaalanındayım, yurtdışı harç pulum var, check-in işlemlerimi yaptım, pasaport kontrolünden de geçtim, e artık güzel bir sabah kahvesi içebilirim yolculuğuma başlamadan önce diyerek Starbucks´dan aldığım kahvemle elimde minik bavulum – bavulumu iyi ki uçağa vermediğime şükredeceğim konusunda henüz fikrim yokken – boarding yapacağım kapıya ilerledim nefes kesen sanki mentol gibi bir koku eşliğinde… Ve kapıya vardığımda 100´e yakın Nijeryalı, aynı kıyafet içerisinde. Bir anda acaba yanlış uçağa mı biniyorum düşüncesiyle ilerlesem de kapımda yazılı Kopenhag bilgisinden sonra rahatça koltuğumda kalkış zamanını beklerken yaklaşık 3,5 saat sonra varacağım şehrin hayalini kurmaya başlamıştım bile… Bu aşamadan sonra beni hiçbirşey durduramazdı ki desem de büyük konuşmuş olacağımı az sonra anlayacaksınız malesef.. Boarding zamanı geldi ve sıra bendeydi… Görevli´nin bana ‘gidemezsin, vizeni göremiyorum’ dediği an itibariyle gözlerimden boşalan yaşlar ve benim ‘nasıl olur ya, vizem olmalı, buraya kadar nasıl geçtim o zaman’, ‘ya ben gideyim yine de belki kapıdan alırlar’ şeklindeki saçmalamalarımın ardından 3,5 saat sonra hayalini kurduğum şehir yerine ben İstanbul´dayım. Elimde telefon bir yandan uçak biletimi ertelemeye çalışıyorum bir yandan Expedia´yı arayarak kalacağım yerlerin tarihlerini değiştirmeye çalışıyorum çok fazla ceza da yemeden… Ve o sırada elbette kendime kızmanın haricinde neden böyle şeylerin benim başıma geldiğine dair bir yandan saydırıyorum – film sahnesi olsaydı arka planda ‘why does it always rain on me?’ çalardı muhtemelen 🙂– bir yandan da ‘her işte bir hayır vardır’ diyerek kendimi telkin etmeye çalışıyorum… Neyse ki pek çok değişiklik yapıp, izinleri iptal edip yenilerini alıp tatil planımı 26 Ekim´de başlayacağım şekilde yeniden planlayabilmiştim… ‘Her işte bir hayır vardır’ felsefesinin de hayrını 2 gün sonra anlayacaktım… Evimin kapısının gözetleme deliğinin söküldüğünü farkettiğim anda işte dedim, belki de gidemememin hayrı buydu, belki gitseydim, geri döndüğümde evimi talan edilmiş olarak bulacaktım. Binada soyulan diğer 6 daireden sonra 7.si olmamak adına gerekli tedbirleri sonunda aldım ve alarmı taktırdım.. Artık içim rahat bir şekilde gezime başlayabilirim… Her ne kadar herşeyin hazır olduğundan emin olsam da bir endişe içinde havaalanına vardım dejavu yaşayarak… Uçağıma bindim ve artık bu sefer gerçekten olacaktı derken gelen anons, ‘Uçakta yaşanan bir teknik arıza nedeniyle kalkamıyoruz, teknisyenler uçağın içinde arızayı gidermeye çalışıyorlar’. Bu anonstan sonra aklıma gelen tek şey, ‘eğer gidemezsek bir daha zorlamayacağım, çünkü birtakım güçler sanırım gitmemi istemiyor’ yönündeki düşünce idi. Yaklaşık 1,5 saat sonra, uçak içinde beklerken gelen anons, ‘ teknik arıza giderildi’. Derin bir ohhh çekmediğimi söyleyemeyeceğim, ve sonunda artık kesinlikle gidebiliyordum 🙂 Hatta artık Kopenhag havaalanı´ndaydım… 

Kopenhag:

Havaalanı´na vardığınızda platform 2´den trene binerek 15 dakika süren bir yolculuk sonunda Kopenhag Central Station´a varabiliyorsunuz. Kuzey ülkesi olmasına rağmen bilet gişesindeki görevli kadının güleryüzü ve yardımseverliği karşısında biraz şaşırarak trenime binmek üzere yol aldım. Tren istasyonu, Kopenhag´de görülecek yerlerden biri olan Tivoli Bahçeleri´nin hemen karşısında. İlk olarak otelimi bulup, eşyalarımı koyup, üzerime daha da kalın kıyafetlerı geçirip ayağımın tozuyla attım kendimi hemen yollara… Latte meraklısı birisi olarak elbette café´lere takılıyor gözüm bol bol.. Baresso Café, buranın Starbucks´ı diyebilirim, ülkenin sütünden midir bilemiyorum ama lattesi bile ayrı güzel, sunum şekli ise tam sevdiğimden, büyük cam bardakta, inanılmaz güzel kıvamda latte keyfim de gezimin güzel bir başlangıçı oldu. Büyük boy latte´nin fiyatı, 38 kron (100 kron, yaklaşık 30TL civarında). Vietnam´da nasıl motorsiklet bolluğu varsa bu şehirde de  sanırım insan sayısı kadar bisiklet var, bisikletlere ait yollar ve inanılmaz derecede birbirine saygılı ve güleryüzlü insanlar… Ve aklımdan geçen ise ‘Bağdat caddesi´nde de bisikletler için yol yapıldı ama arabalar bu yolu park için kullanıyor’, işte bu da kültür farkı herhalde… Her nereye gidersem gideyim, ilk günümde genelde haritaya bakmadan ‘yüreğinin götürdüğü yere git’ misali dolaşırım sokaklarda. Ve aynısını yaptığım gün Norrebrogade caddesi üzerinde yürüdüm, caddenin sonuna doğru yürüdüğünüz zaman bir kuzey ülkesinde değil de acaba Fas´a mı geldim, ama burası sıcak da değil ki dedirtecek sayıda Arap kökenli nüfusun olduğunu görebilirsiniz. Sanki daha ileriye yürümesem benim için daha sağlıklı olacak diyerek – zaten binbir türlü aksiliğin ardından buradayım, daha fazla da riske atmaya gerek yok durumu:)– tekrar şehir merkezine doğrü yürümeye başladım ara sokaklardan. Bu taraflara yürümüş olmanın güzel bir yanı yol boyunca yapılmış olan değişik graffitileri ve hatta açık havada duvar tırmanışı yapmak isteyenler için dizayn edilmiş bir parkı dahi görebilirsiniz. Elimde haritaya bakmadığım için aslında yakın olduğum ama son günümde gezi planıma dahil ettiğim Rosenborg Kalesi´ni hazır bu civarlara geldiyseniz gezebilirsiniz. Kopenhag´in simgelerinden biri olarak bilinen Deniz Kızı (Little Mermaid), gerçekten çok küçük, buraya vardığınızda hayal kırıklığına uğramamanız için önceden belirtiyorum çok büyük bir obje hayal etmeyin 🙂 Deniz Kızı´nı gördükten sonra yeniden şehir merkezine dönerken ‘Kafferiet’ isimli oldukça keyifli bir café buldum, eğer bulabilirseniz kesinlikle tavsiye ederim. İçerisi çok şeker, ve kahvesi tahmin edeceğiniz üzere lezzetli, ve o soğuk havada en güzel şey, içinizi ısıtan sıcacık bir latte 🙂 Yalnız seyahat edince gece hayatı konusunda çok fazla tecrübem olamıyor, bu nedenle gece mekanlarına ilişkin çok fazla bilgi paylaşamayacağım ama gördüğüm Spektrum Sailing Night Club, ilginç bir mekana benziyor, gece eğlenmek ve kafayı dağıtmak için deneyebilirsiniz 🙂 Şehirde görülmesi gereken yerlerden en ilginç olanını keşfe giderken üzerinden geçtiğim köprü fotoğraflamaya değer. İki ucunu gemi bacası gibi yaptıkları köprünün üzerinde asılı pek çok zil var ve bu ziller iplerle suya bağlı, arada sırada da çalıyor, nasıl çalıştıklarını anlayamayarak ve soracağım kimseyi de etrafımdan göremediğimden ‘Christiania’ bölgesine doğru ilerlemeye devam ettim. Burada fotoğraf çekmek yasak olduğu için oradan karelerim olamadı malesef. Kopenhag´e gelirseniz mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Etraftan gelen hafif ot kokuları, çevrede hippi görünümlü insanlar… Burada en azından onların yaşamlarını kısa süre de olsa deneyimlemek isterdim aslında, şiiişşşttt annem duymasın 🙂 Buradan ayrıldıktan sonra gene bu mahalleye yakın Old Saviors Kilisesi´ne girmemezlik yapmayın. Kilisenin tepesine çıktığınızda sizi karşılayan manzara muhteşem, şehre tamamiyle hakim olabileceğiniz nadir yerlerden biri, tek sorun yukarıya çıkarken tırmanmanız gereken oldukça dar merdivenler, ama bunu görüp sakın pes etmeyin, yoksa güzel bir manzarayı kaçırırsınız. Ayrıca size bir tavsiye, eğer fotoğraf makinenizin lensini değiştirecekseniz bu işlemi tırmanmadan önce yapın, çünkü yukarıya vardığınızda şiddetli bir rüzgar, dondurucu hava ve korkuluğu olmayan yani elinizden lensin kayması durumunda onunla vedalaşmanızı gerektiren bir durumla karşılaşabilirsiniz, bu yüzden dikkat derim 🙂 Kopenhag´de görülecek diğer yerler arasında Halloween zamanı gitmiş olmamın getirdiği şans ile cıvıl cıvıl Tivoli Bahçeleri, şehrin merkezinde Round Tower, Deniz Kızı´na giderken yol üzerinde görebileceğiniz Amelienborg Sarayı, kanalın çevresinde rengarenk binalarda konumlanmış restoranların olduğu Nyhavn caddesi ve Carlsberg müzesi de dahil olmak üzere eğer müze gezmekten zevk alanlardansanız ziyaret edebileceğiniz pek çok müze mevcut. Kara üzerinde gezeceğiniz yerleri bitirdikten sonra kanalda bot gezisi yapmak isterseniz de teknelerin kalkış noktası, Nyhavn üzerinde, buradan kalkan botlara binerek bir saat süren bot gezisinin keyfini çıkartabilirsiniz.

Goteborg:

Kopenhag´de kaldığım süre boyunca soğuk olmasına rağmen yağış olmadığı için şehre teşekkür ederek veda ettim ve İsveç´in Stokholm´den sonra en büyük şehri olan Goteborg´e gitmek üzere trene yetiştim. Stokholm, yıllar önce ziyaret ettiğim yerlerden biri olduğu için gezi planıma dahil etmesem de Goteborg´e vardığımda hafif bir pişmanlık yaşamadım da diyemem. Goteborg, şu ana kadar gezdiğim şehirler arasında bana göre en ruhsuz yerlerden biri. Belki de tüm gün yağan yağmurun etkisi de olabilir bunda bilmiyorum ama çok fazla görülecek yer yok. Elimden geldiğince sizlere burayı güzel bir şekilde aktarmaya çalışacağım, ama Danimarka´dan Norveç´e geçiş noktası olarak burayı düşünürseniz siz de benim gibi, Goteborg yerine Stokholm kesinlikle daha doğru bir seçim olur daha önce gitmiş olsanız dahi. Kopenhag´den Goteborg´e trenle giderken Öresund köprüsünün üzerinden geçerken bir sürü yel değirmenlerini ve yaklaşık 4 saat süren yolculuk boyunca rengarenk evleri, kızarmış yeşil yaprakları, güzel yansımaları görmek ve tren içerisinde lokal yolcuları gözlemlemek mümkün. Neyse gelelim Goteborg´de yapılacak sayılı aktivitelere. Burada olduğum ay Kasım olduğundan, Liseberg Eğlence Parkı kapalı idi, burası görülecek yerlerden biri ama gittiğiniz ay önemli. Arnavut kaldırımı yerler, tarçın kokulu cafeler ve 2. el dükkanlar ile  dolu Haga bölgesi, her ne kadar çok etkilenmesem de görülmesi gereken yerlerden biri. Heryere kokusunun hakim olduğu tarçınlı çörek Kanebulle´yi burada tadabilirsiniz güzel bir latte eşliğinde. Haga bölgesi´nden ayrıldıktan sonra üzerinde Goteborg Üniversitesi´nin ve pek çok café´nin yer aldığı geniş Vasagatan caddesi´nde ilerleyerek Aveyn caddesi´ne erişebilirsiniz. Aveyn caddesi, yine geniş bir cadde, burada yukarıya doğru tırmandığınızda sizi karşılayan kocaman Poseidon heykeli. Aveyn caddesini kesen bir diğer cadde, Engelbreksgatan, bunun üzerinde enteresan bir kilise görebilirsiniz. Diğer Avrupa şehirlerine oranla burada adımbaşı kilise yok. Aveyn caddesi´nden aşağıya inerken solda tiyatro binasını ve sağda ise Tradgardsforeningen parkını görebilirsiniz. Aşağıda doğru devam ettiğinizde yeniden şehir merkezine varıyorsunuz, sizi kanallardan oluşan büyük bir meydan Brunnsparksbon ve Nordstan alışveriş merkezi karşılıyor. Görülecek yerlerin sayısını arttırmak için şu anda kendimi zorluyorum 🙂 Kronhus bodarna, deniz kenarındaki gemi şeklindeki Opera House, ruja benzer şekilde inşa edilmiş Läppstiftet (The Lipstick), Roma´daki Pantheon´u andıran Gustavi Domkyrka, Gustaf Adolfs meydanı, tren istasyonu ve Clarion Hotel Post´un önündeki Görmedim Duymadım Bilmiyorum 3 Maymun görselinin gece ışıklandırılmış hali görmeye değer yerler. Ama bunların tamamını görmek için bir gün yeter de artar bile, illa görmek isterim derseniz gezi planınızı bu şekilde yapabilirsiniz.

 Oslo:

Gezimin 3. ve son noktası olan Oslo´ya hareket etmek üzere hazırım. Daha ucuz olması için Karlstad aktarmalı aldığım tren yolculuğum yaklaşık 7-8 saat sürecekti. Kuzeye doğru çıktıkça daha soğuyan hava ve grileşen gökyüzü beni beklemekteydi… Yolda giderken karlı arazileri görmek mümkün, karı görünce de ne kadar board yapmayı özlediğimi farkettim 🙂 Oslo´ya vardığımda hemen otelimi buldum, eşyalarımı bıraktığım gibi de dışarı fırladım gene haritasız tabiki… Üstünkörü bir gezinin ardından Oslo´nun da kahve mekanını buldum: Baker Hansen. Ayakta içeceksen ayrı, oturarak içeceksen ayrı fiyatlandırılan kahvenin tadı diğer şehirlerde tattığım gibi yine leziz. Burada sanırım süt manyağı olabilirim, zaten öyleyim de burada daha da bir bağımlılık yaratabilir krema kıvamındaki latteleri.. Tatilimin tarihlerini kaydırmamla farkettim ki Oslo Müzik Festivali´ne denk gelmişim, Türklerden Baba Zula´nın da dahil olduğu festival hakkında Oslo halkının haberdar olmaması ve festivalin yapılacağı mekanlara nasıl gidebilirim diye sorduğumda ‘aaaa, öyle bir festival mi varmış, hiç bilmiyorum’ diye bana sormaları her ne kadar garip gelse de akşamları aşırı derecede yorgun olmam sebebi ile daha fazla araştırmaya yeltenmedim. Ertesi gün beni bol yürüyüş beklediğinden planımı yaptım ve erkenden uyudum. Sabah kalktığımda beni karşılayan bembeyaz bir Oslo oldu… Güzel ve sağlam bir kahvaltının ardından, sımsıkı giyinip yollara düştüm. Royal Palace´ın olduğu Slottsparken, görülecek yerlerden biri. Özellikle karların altında kızarmış yeşil yapraklar, fotoğraf açısından eşsiz görüntüler verirken şu bilgiyi de öğreniyorum: Avrupa´daki diğer ülkelerin saray bahçelerinden farklı olarak bu parkın temel özelliğinin halka açık olarak planlanmış olması. Royal Palace´ı tren istasyonuna bağlayan cadde, Karl Johans Gate caddesi. National Theatre, Oslo Üniversitesi, Parlemento Binası, Oslo Katedrali, alışveriş mağazaları, cafeler, restoranlar ve pek çok görülecek müze bu cadde üzerinde ya da bu caddeye yakın ara sokaklarda. Tren istasyonu´nun arkasında deniz kenarında kalan Opera House, buzul parçası gibi inşa edilmiş oldukça güzel bir yapı. Üzerinde yürüyerek güzel fotoğraflar çekebilmeniz mümkün, ancak kışın yürümek tehlikeli olabilir kayganlık açısından dikkatli olun derim 🙂 Oslo´da bulunduğum sürece keşfettiğim ve en çok sevdiğim cafelerden bir diğeri de: United Bakeries. Bunlardan biri Karl Johans Gate caddesi üzerinde. Kesinlikle denemelisiniz 🙂 Oslo´da görülecek bölgelerden bir diğeri de Grünerlokka. 2. el mağazaların, butik mağazaların yer aldığı bölgede özellikle Markveien sokağının köşesindeki Marita Stiftelsen isimli dükkan çok güzel, eğer antikaya karşı merakınız var ise buraya uğramadan geçmeyin. Eski plaklar, eski tablolar, eski dikiş makinesi, radyo, ne ararsanız var. Oslo fiyordları kenarında kalan City Hall, Akershus Kalesi, Nobel Peace Center ve Aykre Brigge Alışveris merkezi görülecek yerler arasında. City Hall´un önündeki limandan kalkan botlara binerek Oslo fiyordlarında gezebilir, ayrıca Viking gemisi görebileceğiniz ve 4-5 müzenin birarada olduğu bölgeye tekne aracılığıyla erişebilirsiniz. Tekne gezilerinin iptal olması durumunda müzelere, National Tiyatro´nun önünden kalkan 30 no´lu otobüslere binerek de ulaşabilirsiniz. Oslo´da görülecek bir diğer bölge ise, bir sürü heykelin bulunduğu açıkhava müzesi, Vigeland Sculpture Park. Kraliyet Sarayı´nın arkasından Hegdehaugsveien caddesini takip ederek buraya ulaşmanız mümkün, yürüyerek 25-30 dakika kadar sürüyor. Normalde müze gezmeyi sevmeyen birisi olarak buradaki heykellerin hepsini teker teker incelemem bana ilginç geldi, gerçekten hepsi çok güzel, burası mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri. Eğer kayak tutkunuysanız görmeden ayrılmayın diyeceğim bir yer de Holmenkollen. Oslo hakkında edindiğim rehberde 25-30 dakika yürüyüş mesafesinde diye yazıyor, sakın kanmayın, paşa paşa gidiş-dönüş tren biletinizi National Tiyatro´nun önündeki tren istasyonundan 60 nok ödeyerek alın. Trenden indikten sonra zaten sizi sis içerisinde 10 dakikalık bir tırmanış bekliyor, eğer şanslı iseniz hava açık olursa tepeyi Oslo´dan görmek de mümkün. Vardığınızda sizi bekleyen 100 metre uzunluğunda kayak atlama kulesi. Burada simülatöre binerek sanki 130 km hızla iniş hissini de yaşayabilirsiniz.  Son olarak, yine gece hayatına dair çok fazla bilgi veremeyeceğim, ancak Grensen caddesi üzerinde Design Torget isimli bir dükkanın olduğu yerde gizli bir ara var, buradan içeriye girdiğinizde İstanbul´da Tünel´de Kave´nin bulunduğu ara gibi bir yer mevcut, ve burada güzel cafeler ve bir de Jazz Bar var, deneyebilirsiniz, gelen müzikler oldukça hoştu 🙂

İskandinavya maceram da böylelikle sona ermiş oldu, bir sonraki hayalim Oslo´dan başlayarak Norveç´in fiyordlarında gezmek ve İzlanda´ya geçmek. Ve bunu tabiki hem günlerin daha uzun olduğu hem de havaların da daha sıcak olduğu yaz aylarında yapmak… 🙂 Kısmet diyorum ve bir sonraki gezime kadar hoşçakalın 🙂 Gezi boyunca soğuğa rağmen benden ışığını esirgemeyen Güneş sayesinde çektiğim fotoğrafları da izleyebilirsiniz…

This slideshow requires JavaScript.

Comments
  1. ROZ CIP says:

    Gerçekten ışık çok iyiymiş…yazını yine zevkle okudum:)) daha nice yollara çıkmak nasip olsun…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s