‘Nasıl anlatsam nereden başlasam’ şarkısı beynimin içinde çalarken yazıma, bir borç bildiğimden kocaman bir teşekkür ile başlamayı uygun gördüm izninizle 🙂 Selanik´e seyahati tüm detayları ile planlayan, tüm Microsoft ekibini ‘çocuklarıymışız gibi’ kollayan, gezi boyunca ‘sanki bir okul gezisindeymişiz’ gibi hissettirip okul yıllarımıza döndüren ve eğlencenin ‘hayat maksimumda la lay lay la la’ kıvamında olduğu güzel bir tatil organizasyonu için geziye gelen ve gelemeyen herkes adına Microsoft Türkiye´ye teşekkür ediyorum. Gezimizin lokasyonu neden mi Selanik? Çünkü Atatürk´ün çocukları olarak her ne kadar Türkler için büyük önemi olan 10 Kasım´da ziyaret edemesek de yine çok anlamlı olan 24 Kasım Öğretmenler Günü´nde Mustafa Kemal Atatürk´ün doğduğu şehirde olmayı istedik. Ve işte o an geldi… Selanik´e gitmek üzere Pegasus´un 1881 sefer sayılı uçağında yolculuğumuza oldukça ‘şen şakrak!’ bir şekilde başlıyoruz 🙂 Otele varışımız hemen hemen akşamı bulduğundan odalarımıza yerleşmenin ardından akşam yemeği için biraraya geliyoruz. Küçük bir kokteyl ve ardından yemek yiyeceğimiz restorana doğru otobüslerimize yerleşiyoruz. Vardığımız yerin ismi, Athonos meydanı civarında bulunan ‘Ouzo Ston Pinaka’ . Yemekleri hayalini kurduğum Yunan mezeleri gibi olmasa da, müzikleri ve servis ettikleri baldan tatlı uzosu ile hepimizin neşesine neşe katan bir yer olarak kalacak anılarımda… Uzo demişken bir tavsiye, rakı gibi büyük şişelerde servis edilmiyor, minik şirin şişelerde geliyor. Önce nasıl içilir bu diye ‘shot bunlar shot’ ve ‘yok yok rakı gibi’ görüşleri arasında gidip gelmenin ardından rakı usulü indirdik midelerimize.. İşte bu noktada dikkat: melet çok tatlı, içtikçe içesiniz geliyor, dansla beraber de kanınıza birden nüfuz edip ‘iki gıdımcık alkolle nasıl sarhoş oldum ben dedirtecek’ nitelikte kendileri… 🙂 Restoranın ardından da anladık ki Selanik, aslında gece hayatının ilahı. Vogue, en iyi gece kulüplerinden biri, güzel bir yemeğin ve Yunan müzik dinletisinin ardından eğlenceye düşkünseniz burayı deneyebilirsiniz. Vogue haricinde keşfettiklerimiz arasında Bedroom, Dogs ve Kordon boyu´ndaki pek çok barda aradığınızı bulabilirsiniz…. Tavernaları, meyhaneleri ve gece kulüpleriyle dolu capcanlı ve oldukça renkli geceleri olan Selanik´te eğlencenin yanısıra neler mi yapabilirsiniz? Elbette Safranbolu evlerini andıran ve Mustafa Kemal Atatürk´ün doğduğu evi ziyaret edebilirsiniz, şu anda malesef restorasyonda, ve bunun ne zaman biteceğine dair de bir bilgi yok, ancak bahçesine girebiliyorsunuz. Kendinizi ‘İzmir´deymiş gibi’ hissetmenizi sağlayan Kordon boyunca sahilde yürüyebilir, Aristotelaus Meydanı civarındaki alışveriş mağazalarından alışveriş yapabilir ve burada bulunan meşhur pastanesinden Paskalya çöreği ve Selanik kurabiyesi alabilirsiniz ya da Akdeniz´in kokusunu içinize çekip sahilde yanyana dizilmiş çok sayıda bulunan kafelerden birinde kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Biraz dinlenmenin ardından yolun sonunda varacağınız nokta, Selanik´in simgesi olan ve Red Tower ya da Bloody Tower isimleriyle de bilinen White Tower´ın tepesine çıkıp şehre az da olsa yukarıdan bakma imkanı bulabilirsiniz. Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Mimar Sinan imzalı kule, Galata Kulesi´ni andıran nitelikte. Bu civarı bitirdikten sonra kentin üst kesimlerinde yer alan Ano Poli tepesine gidebilir, Trigonio Tower´ı ziyaret edebilirsiniz. Aynı zamanda şehre hakim manzarayı da buradan görmeniz mümkün. Etrafı halen ayakta olan surlarla çevrili Türk mahallelerinin arasından geçerek inişe geçtiğinizde de dar sokakları ve küçük evleriyle sanki ‘Bursa´daymışsınız’ hissini yaşayabilirsiniz. Sokaklar arasında yürüyüşün ardından yorgunluk mu çöktü üzerinize? Roma döneminin imparatorlarından Aziz Dimitrius´a ithaf edilen ve orijinalinde Roma hamamı olarak inşa edilen Agios Dimitrios Kilisesi´ni ziyaret edebilir, içeride biraz soluklanabilirsiniz. Bir yandan sokaklar arasında gezerken adım başı karşınıza çıkabilecek Roma, Osmanlı ve Bizans mimarisinden eserler ile sanki ‘Roma´daymışsınız’ gibi hissedebilir bir yandan da başınızı biraz göğe kaldırıp binaların tepelerine baktığınızda gözünüze çarpan antenlerin çokluğu ile geçmişe gidebilir ya da ‘doğu blok ülkelerinden birindeymişsiniz’ gibi hissedebilirsiniz. Pek çok farklı şehrin hissini sizlere yaşatabilecek nitelikte bir şehir, Selanik. İşte bu yüzden yazımın başlığı: Füzyon mutfağını andıran bir şehir: Selanik… Yemek konusunda meraklı olanlar bilir Refika Birgül´ü. Demiş ki: ‘Füzyon tanım olarak “birleşme” demek. Füzyon mutfağı-fusion cuisine” en basitinden “dünya mutfaklarına ait farklı yemek anlayışlarının sentezlenip, yeni mutfaklar, yeni yemekler, yeni lezzetler” yaratılması. Örneğin Türk mutfağından bir kebap yemeğinin, deneysel tarza yeniden yorumlanıp, onu bir Uzakdoğu sebzesi garnitürü ya da Fransız mutfağı sosuyla sunulması ve bu şekilde yeni yemekler üreterek “sentez mutfak kültürü” oluşturmak gibi. Ortaya bomba gibi sonuçlar çıkabilir; parmak ısırtacak güzellikte yemekler ya da bir dağınıklık, hatta felaket…’ Selanik´in bende uyandırdığı his ise parmak ısırtacak güzellikte yemeklerden alacağım tat kadar lezzetli… Bunda şehrin içinde barındırdığı Bursa, İzmir, Atatürk ve Roma ezgileri ile elbette anı paylaştığım gezi arkadaşlarımın payı büyük 🙂
Selanik´e gelmişken eğer vaktiniz var ise ve trekking yapmayı da seviyorsanız araç kiralayabilir ve yaklaşık bir saat uzaklıkta olan Olimpos dağı´na da gidebilirsiniz. Burada küçük bir tavsiyem olacak özellikle araç kiralama konusunda. Normalde 8:30´da gelmesi gereken araç 10:00´a doğru teşrif edebildi. Oldukça rahat tavırlı şoföre neden geç kaldınız diye sorduğumuzda gelen ‘trafik vardı’ gibi savsata cevaba yönelik diğer sorumuz da ama çok da içselleştirmeden ‘saatiniz yok mu abicim, kaçta burada olacağın belli, e buralısın, trafiği biliyorsun, nasıl yine de geç geliyorsun’´un ardından sadece bir mimik ifadesi ile bizi yanıtlayan lakayit amcamızdan ayrılıp yola dökülüyoruz liderimiz Mustafa, ‘kutup ayım da olsun kaplanım da olsun yunusum da olsun’ istekleriyle dolup taşan Gökben, eğer araç zamanında gelseydi bizimle gelemeyecek ama tesadüf eseri gezimize dahil olmasına rağmen azimle secret konularına muhalefet yapan Gökçe, arka koltukta 3 kızın bıcır bıcır konuşmalarına rağmen sessizliğini koruyan Berk ve bendeniz ‘şelale de var mıymış şelale de var mıymış’ sorusunu tekrarlayan papağan 🙂 olarak. 2,917 metre yüksekliğinde olan Olimpos dağı, Yunanistan´ın en büyük dağı. Farklı zorluklarda patikalar mevcut. Bizim seçimimiz dere kenarından kanyon boyunca yürümek ve sonrasında da ‘Holy Cave’´e yürümek oldu. Kırmızı, sarı ve yeşilin her tonunu görebileceğiniz ağaçların arasında toplam 3 saat süren trekkingin ardından köydeki restoranda yediğimiz leziz yemek ile içtiğimiz Yunan lokal birası Vergina gezimizin kapanışına damgasını vurdu…
İşte Selanik ve Olimpos böyle bir yer… Henüz gitmeyenler için umarım gitme isteği uyandırabilmişimdir, aramızda olamayanlar için umarım sanki oradaymışsınız gibi hissedebilmişsinizdir ve son olarak gelenler için ise de umarım yazımı zevkle okumuşsunuzdur 🙂
Gezi boyunca yakaladığım kareleri de aşağıda izleyebilirsiniz.
Yine çok güzel bir yazı olmuş. Adeta gitmiş kadar oldum.
teşekkür ederim 🙂