Küçük Gilbert´ın Hindistan anıları…

Posted: July 29, 2013 in Gezi

Çoğunuz ya kitabını okumuşsunuzdur ya da Julia Roberts´ın başrolünü üstlendiği ‘Ye, Dua Et, Sev’ filmini izlemişsinizdir. ‘Ye’ kısmının İtalya´da, ‘Dua Et’ bölümünün Hindistan´da ve ‘Sev’ başlıklı son bölümünün ise Endonezya´da geçtiği bilgisini kısaca hatırlattıktan sonra neden yazımın başlığına ‘Küçük Gilbert´ın Hindistan anıları’  koyduğuma gelebilirim… Şöyle ki; hem 2013 yılında şu ana kadar yaptığım seyahatlerden ötürü hem de kitabın yazarının tam da 36 yaşındayken, yani benimle aynı yaştayken bu gezileri yapmış olması sebebiyle, kendimi azıcık da olsa kitabın yazarı Elizabeth Gilbert olarak ilan ettim aramızda kalsın, nasıl olsa kendisinin haberi olup tazminat davası açacak değil ya 🙂

En son yapmış olduğum Milano ve Cinque Terre gezisi ile ilgili yazmış olduğum yazımdan anımsayabilirsiniz, ‘Ye’ kısmını gayet hakkını vererek, bol bol pizza, lazanya, makarna, profiterol ve dondurma yiyerek tamamlamıştım. Bu yazımda Hindistan ile ilgili anılarımı paylaştıktan sonra, belki de kim bilir bu şekilde, hayatımın ‘Sev’ bölümüne yaklaşıyorum demektir:)

Eveeet, artık gelelim Hindistan gezisinin öncelikle nasıl ortaya çıktığına ve neden muson zamanı olmasına rağmen bile bile lades yaptığıma…Geçen yıl yapmayı planladığım ama bazı sebeplerden ötürü hayata geçiremediğim bir Uzakdoğu gezisinin uçak biletini açığa almıştım, erteleye erteleye Haziran sonunu getirmiş bulundum, 7 Temmuz´dan önce de bileti kullanmam gerektiğinden zaman açısından bana çok fazla opsiyon kalmamıştı. Ya bileti yakacaktım ya da Uzakdoğu´nun tamamını ele geçirmiş olan muson yağmuruna rağmen gidecektim… Tahmin edeceğiniz üzere 2. seçenekten yana kullandım hakkımı her ne kadar seyahatimin son bölümlerinde ölüm korkusunu burnumun ucunda hissetmiş olsam da…Her seyahatimden önce tek bir şey dilerim: ‘bol maceralı olsun’… Ve bir şekilde evren bu konuda bana çok bonkör davranıyor her seferinde mutlaka blogumda yazacak birtakım ilginç hikayelerim olabiliyor ya da ben sakin oturmayıp maceranın zaten olması kesin yerlere gidiyorum. Dolayısıyla ben maceranın içine balıklama mı dalıyorum yoksa macera mı bana geliyor, bundan emin değilim 🙂

Neyse artık gelelim gezimize…Aslında geziyi anlatmaya başlamadan önce bir ek yapmam lazım, bu gezi ‘kendimle’  başbaşa yapmış olduğum bir gezidir, ve tüm yaşananlar abartısız, gerçektir…

Pune´da içsel yolculuk…

THY´nin her akşam saat 19:35´de Bombay´a uçan seferinden birindeyim bir Cuma akşamı. Uçak, Hintlilerle dolu, aklımdan geçen düşünce: ‘Işıl, hala şansın var vazgeçmek için’, bu arada burnuma gelen ağır bir koku… Artık koltuğuma yerleşmiştim, yanıma gençten zayıfçana bir Hintli oturdu, Sadu´lardan biri de oturabilirdi, iyi yönden bakmak lazım diyerek taktım müziği kulağıma 6 saatlik yol için. Bombay´a vardıktan sonra pasaport kontrolden geçerken görevlinin, ‘sanki memleketlerine yerleşcekmişim’ edasıyla pasaportumu incelemesinin ardından çıkış kapısına doğru yöneldim. Dileyenler havaalanı´nda ‘prepaid taxi’ tabelasını takip edip, oradan da taksi organizasyonu yapabilirler, ya da dilerseniz benim yaptığım gibi riske atmamak adına önceden www.makemytrip.com/ websitesi üzerinden de rezervasyonunuzu yapabilirsiniz. Taksi ile buluştuktan sonra yolculuğumuzun bir diğer bölümüne, yani 4 saat sürecek olan Bombay-Pune yolculuğumuza başladık. Hintli aksanının aksine tane tane her kelimeyi rahatlıkla anlayabileceğiniz kıvamda İngilizcesi olan Hintli taksi şoförü ile sohbete koyuluyoruz, bir yandan da camdan dışarı bakıp sefaleti ve insanların yaşamlarını izliyorum. Seyahatin bu bölümünde, ülkeye daha yeni varmış hevesli bir gezgin edasıyla, daha sonradan başıma gelecekleri bilmeyerek etrafı gözlemliyorum. Yaklaşık 4 saat süren yolculuğun sonunda ilk durağıma varmış oluyoruz… Yani Pune´daki minik sarayıma, Osho Meditasyon Resort Center´a…. Neden saray olarak nitelendirdiğimi az sonra bir hikaye ile açıklayacağım.. Ama öncesinde eğer meditasyona merakınız var ise ve biraz içsel yolculuk yapma arzusundaysanız her ne kadar uzak da olsa denemenizi tavsiye ederim. İçerisi oldukça hijyenik, temiz, yemekleri leziz, sağlıklı, huzurlu, sakin ve her türlü ülkeden aynı amaç uğruna gelmiş, bir anlamda yeğenimin tabiriyle, içimizdeki sevgi kelebeğini bulmak isteyenlerle tanışabileceğiniz ve aslında hangi kültürden, hangi dinden ya da hangi ırktan olursa olsun herkesin aynı sorunlarının olduğunu göreceğiniz ilginç bir deneyim sunuyor aslında burası… Genelge gelenler ya çok uzun zaman önce gelmişler ve hiç ayrılmamak üzere orada kalmışlar ya da bir aylığına gelmişler. Yılın bu döneminde burası gitmek için çok uygun, çok kalabalık yok, dilediğiniz zaman sakince oturabiliyorsunuz ya da diğer katılımcılarla sohbet edebiliyorsunuz. Tanıştıklarım arasında en çok kafamın uyuştuğu, 24 yaşındaki İsveçli kız oldu, ismi Mercedes 🙂 Gezi rehberliği yaparak geçimini sağlıyor ve aylar önce geçirmiş olduğu bir trafik kazasından sonra aylarca hastanede yatmış, şimdi sağlığı gayet yerinde…Yaşını söylediğinde ben onun yaşındayken aklım nerdeydi ve ne yapıyordum diye zihnimden geçirmedim değil… Mercedes haricinde 30 yıldır orada yaşamını sürdüren ve danışmanlık hizmeti veren Amerikalı kadın… 30 yaşında evlenmiş Amerika´da, sonra boşanmış, bir vesileyle buraya gelmiş, ve bir daha da buradan ayrılmamış… Onun gibi başkaları da var… Dışarıdaki yaşamı kaçırdıklarını düşünüyor olsam da onlar oldukları halden o kadar mutlular ki, sadece dinliyorum… Daha fazla bilgi için www.osho.com/ websitesini inceleyebilir, sorularınız olursa bana da yönlendirebilirsiniz, bildiğim kadarıyla yardımcı olmaya çalışırım…

Şimdi neden saray dediğime gelirsek efsanenin bir kısmını aktaracağım sizlere:
‘Büyücü, krala, bir oğlunun doğacağını söyler. Ancak bazı bilmesi gereken şeyler vardır. Oğlu ya bilge bir insan ya da büyük bir kral olacaktır. Kral elbette arkasında büyük bir prens bırakmayı ister. Büyücü krala oğlunun prens olabilmesi için hayatında 3 şeyi görmemesi gerektiğini söyler. Dilenen hasta bir keşiş, yaşlı bir insan ve bir insan cenazesi. Bunları görmeden eğer tahta oturursa, çok büyük bir lider olacağını, ama eğer bunlara şahit olursa büyük bir bilge olacağını aktarır.
Kralın bir oğlu olur ve büyücünün söylediklerini harfiyen yerine getirmeye başlar. Saraydaki tüm yaşlıları kapı dışarı eder, hasta olanları da oğlunun görmesine izin vermez. Cenaze törenleri de hep Buda´dan saklanır. Buda şehri gezmek istediğinde şehirden tüm yaşlı ve hastalar çıkarılır. Bu şekilde Buda gençliğine kadar gelir. Fakat tanrılar hoşnutsuzdur, çünkü Buda´nın gerçek hayatı öğrenmesi gerektiğini düşünürler. Buda´nın şehri gezmeye çıktığı birgün tanrılardan biri hasta dilenen bir keşiş kılığına girer, daha sonra başka bir gün yaşlı bir insan kılığına girerek Buda´nın karşısına çıkar ve bir başka gün de cenaze ile karşılaşır. Sarayda zenginlik sürerken kendi halkının da sefalet içinde yaşadığını görür ve bir gün hayatı öğrenmek için saraydan kaçar…’

Aşram´da olduğum günlerden birinde öğlen saati biraz da fotoğraf çekmek üzere dışarı attım kendimi, yaklaşık bir saat süren yürüyüşüm boyunca gözlemlediğim sadece sefalet ve hissettiğim ise iç burkulması oldu… Bu kadar insan böyle pislik içinde nasıl yaşayabiliyordu ve nasıl mutlu olabiliyorlardı? Biz mi daha kolay mutlu oluyorduk yoksa onlar mı? Bunları gözlemledikçe şükretmemek elde değil diyerek kendimi hemen sarayıma atıyorum. Orada sanki Hindistan´da değil de evinde hissi veren bir ortam varken, içerisinde toprağı sulanan bahçeler, rengarenk çiçekler, orkideler, kuş cıvıltıları, mango ağaçları, palmiyeler ve banyanlar varken, sınırların dışına çıktığında hüküm süren fakirlik, pislik ve sefalet…

Yaklaşık 4 gün ayırmış olduğum gezimin ilk bölümüne son vermek üzereydim ki o sırada oranın yerli halkının ‘bu mevsimde Goa´ya gitme, çok yağış var ve yol çok tehlikeli’ demelerine rağmen planıma sadık kalarak yine websitesi üzerinden ayarladığım aracı beklemeye koyulup herkese veda ediyorum.

 Goa´da tek Avrupalı: Bir Türk kızı….

12:00´de alması gerekirken yarım saatlik bir gecikme ve elbette şaşırmıyorum, sonuçta İsviçre´de değilim 🙂 12:30´da başladığım kara yolculuğunun sonradan bir kabusa döneceğini bilmediğim anlarda bir yandan etrafı seyredip bir yandan da notlar alıyordum. Otoban´da gidiyorduk, her ne hikmetse çıkışını hiç görmediğim ama yaklaşık 4 tane gişeden geçip para ödediğimiz noktalar oldu…Bu noktalar tamamlandıktan sonra birden yağmaya başlayan muson yağmuru, vardığım noktaya kadar da dinmeyip bütün yol boyunca bize eşlik etti… Önce oldukça virajlı, dar, sağ tarafı dağ ve sol tarafı uçurum olan yollardan geçtik, yolların dar olmasına ve yolun kenarından aşağı düşme riskine rağmen büyük araçları solladık ya da sağladık, işte bu noktada macera başlamak üzereydi… Bu yol üzerinde çok kazaların olduğuna dair sahip olduğum bilgi malesef hiç işime yaramayıp daha da irkilmeme sebep oldu. Daha fazla artan yağışın etkisiyle doğal olarak oluşan şelaler ve şelalerden yola taşan suları geçerek araç içinde seyahat ederken, Hindistan´ın kuzeyindeki Uttarakhand´da sel felaketi sebebiyle çok fazla insanın ölüyor olması bilgisinin de aklıma gelmesi pek iç rahatlatıcı olmadı… Hava kararmaya başlamıştı, silecekler son hız çalışıyordu ama önümüzü zor görebiliyorduk. Artık o sırada güvendiğim bir arkadaşıma hayatımda ilk defa nerede olduğumla ilgili bilgi verme ihtiyacı duydum. En azından sele kapılıp gidersek aracın üzerinden araç takip sistemi ile bulunacağımızı ümit ederek… Tüm seyahatim boyunca her yaşadığım olumsuzluğa karşı beni yalnız bırakmadığı için koruyucu meleğim Gülay´ıma yeniden teşekkür ediyorum… Yol boyunca pek çok erkeğin yol kenarında küçük ihtiyaçlarını giderdiklerini görmüştüm ve sıra benim şoföre gelmişti, zifiri karanlıkta, tek bir ışığın olmadığı bir noktada yolun kenarına çektik, ve ihtiyacını giderip geri döndü. Pek çok yerde telefonumda sinyalin dahi olmadığı anlardan birinde bunun gerçekleşmesi ve o sırada Hindistan´da tecavüze uğrayan turistlerin olduğu konusundaki bilgi dağarcığım da pek yardımcı olmadı… Tam bunları atlattık derken gecenin 12´si oldu ve bizim hala daha gidecek yolumuz var ama yolda kaldık. Sebebi ise yolun sel sebebiyle kapanmış olması. Etrafta tek bir ışık yok. Arkamızda ve önümüzde büyük araçlardan oluşan bir konvoy. Şoför kapıları kilitledi, sanırım dışarıdan birisi girmesin diye, ne kadar rahatlatıcı değil mi:)  Ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayaklarını cama dayayıp gözlerini kapadı… 3 saat bu şekilde aracın içinde bekledik. O anlar bana bir ömür gibi gelmiş olsa da gözümü kırpmadan öyle bekledim… Sonunda yol açıldı ama otele varıncaya kadar gittiğimiz yolda,  aslında 2 aracın geçeceği kadar alan olmasa da bu alana sığması gerekenler de şöyle idi: hem karşıdan gelen araçlar, hem bizim taraftan gelen araçlar, hem sırılsıklam olmuş yayalar, hem bizde silecekler çalışmasına rağmen önümüzü göremesek de önlerini nasıl gördüklerinden şüphe duyduğum kasksız motorsikletliler hem de arada yola çıkan inekler…. Tüm bunlar olurken sakince gözleri kapayıp uyumak ne mümkün… Korku filmi tadında yolculuğum sabah 5´de otele vararak son bulmuştu. Sağ salim varmıştım ama nasıl varmıştım bunu bir ben biliyorum, bir Allah, bir de Gülay sanırım şimdi de sizler 🙂 Goa´da kaldığım sürece yağmur sağolsun, beni hiiiççç yalnız bırakmadı. Öncelikle tavsiyem muson zamanı Goa´yı görmüş biri olarak Mayıs- Ekim ayları arasında Goa´ya seyahat planı yapmayı tercih etmeyin.  Eğer yapacak olursanız da şunları bilmenizde fayda var:

  1. Denize giremezsiniz, yasak.
  2. Plajda sadece siz ve köpekler olur.
  3. Parti mekanı diye bildiğiniz Goa´da bu mevsimde partiden eser yok, hatta sizden başka turist göremezsiniz. Dalganın sesi müziğiniz, köpekler partneriniz, yağmur da alkolünüz olur.
  4. Fotoğraf çekmeye merakınız var ise lens nemden buğu yapıyor, önceden bilgim olmadığı için buna bir çare bulup gitmedim, bu nedenle Goa´da pek fotoğrafım olmadı. Eğer buğuyu önleyecek bir teknoloji sözkonusu ise bunu gitmeden önce çözmenizi öneririm, benim gibi üzülmenizi istemem.
  5. Düşük sezonda gitmenin tek faydası, fiyatların daha düşük olması.
  6. Düşük sezonda gitmenin bir dezavantajı, her istediğinizi bulamıyorsunuz. Mesela, orada kesinlikle denenmesi gereken ‘shark steak’ yiyemeden döndüm, otelde fazla sayıda misafir olmadığından getirmiyorlar bile…
  7. Ne giydiğinizin hiçbir önemi yok, o yüzden yanınızda çok eşya getirmeyin, eninde sonunda geleceğiniz nokta: ISLAKLIK
  8. Muson zamanı kesinlikle karayolunu kullanarak Goa´ya ulaşmayın, havayolunu tercih edin diyeceğim ama orda da sizİ sürprizler bekleyebilir, hazırlıklı olun. Kendimden örnek vermek gerekirse:

Gün içinde emin olmak adına Air India´yı arayabilir, bir iptal olup olmadığını sorabilirsiniz, onlar da size herşeyin yolunda olduğunu ve zamanında uçağın kalkacağını söyleyebilir. Ama gel gör ki havaalanı´na vardığınızda uçağınızın iptal olduğunu öğrenebilirsiniz. Etrafınızda 15 Hintli erkekle, bilinmeyen bir yerde yalnız kalabilirsiniz. Bombay´a uçamadığınız içinde İstanbul uçağınızı kaçırabilirsiniz. O anki hislerimi tarif etmem pek mümkün değil, tek tepkim ağlamak oldu, ve bunca olumsuzluğu malesef sevgi ile karşılayamadım, belki İtalya´da ya da Fransa´da aynı olay gerçekleşseydi sevgi ile kucaklama devreye girebilirdi ancak bu koşullar altında pek mümkün olamadı… Gece havaalanı´nda uyumaktan başka çare kalmamıştı. Taksi´ye de binsem 20 saatten önce Bombay´a varamazdım ve varacak olsam da o yola bir daha cesaret edemezdim. Tek çare sabahı beklemekti. Neyseki sanırım Allah´ın sevdiği bir kuluyum, Hintli bir çift – başka bayan da yok – ile tanıştım, onların yanına sığındım diyeyim. Yaklaşık 2 saat sonra görevliler acımış olacak ki bizleri bir otele götürdüler, tek sorun bireysel oda vermeyecekleri idi… Tanımadığım bu Hintli çiftle aynı odayı paylaşıyor olmam elbette diğer 15 Hintli´den iyidir, kötünün iyisidir diyerek hafif sarımtırak yatağımda bir sağa bir sola dönmek suretiyle sabahı ettim. Havaalanı´na geldiğimizde sabah 7´de kalkması gereken uçakta yaklaşık 3 saat de gecikme olduğunu öğrendik. Bir şekilde Hindistan beni bırakmak istemedi benim tam aksime…Goa´dan kalkan uçak ne zaman Bombay´a vardı, sanki kendimi evimde gibi hissettim, İstanbul´a bir adım daha yaklaşmıştım.. Ve şu anda güzeller güzeli İstanbul´umdayım:)

Hafif korkulu anlar yaşadığım tatilimden dönüşte verdiğim kararlardan en önemlisi, her ne kadar yalnız sehayat etmeyi seviyor olsam da Uzakdoğu ülkelerine eğer bir daha gidecek olursam asla ve asla yalnız plan yapmayacak olmam oldu. Olur da öyle bir girişimde bulunursam bana ‘GOA yolları daştan’ diyin, anlarım ben onu:)

Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur, bir sonraki gezimde görüşmek dileğiyle…

Fotoğraflar için burayı ziyaret edebilirsiniz: https://www.facebook.com/isil.ataker/media_set?set=a.10153002838230543.1073741838.876270542&type=3

Namaste…

Comments
  1. […] ya, işte o zaman o ayrılık, en zor ayrılıktır. İşte Vespa da benim için böyle… Hindistan maceramın ardından hayatımı riske atacak bazı şeyleri çıkarma kararı alırken bu liste […]

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s