An´ların tadını çıkarmanın, yaşadığın hayatın her saniyesine şükretmenin, küçük de olsa herşeyden haz almanın, beklentilere kapılmadan ya da beklentilere kapılsan bile hayal ettiğin gibi olmasa dahi yüzüne gülücük kondurmayı başarabilmenin önemine dair farkındalığımın daha da tavan yaptığı Çeşme tatilimden ‘günlük’ kıvamında bir yazı yazmak istedim.
30 Ağustos Zafer Bayramı´nın Cuma gününe denk gelmesiyle 3 günlük tatil fırsatını değerlendirmemek olmazdı elbette… Ama bunu fırsat bilen binlerce kişinin yollara akması ve normalde 9 saat süren yolculuğumun 15 saat alması her ne kadar azıcık rahatsız edici olsa da ‘bunu da yapamayanlar var’ diyerek durumuma şükredip otobüs yolculuğunun tadını çıkarmaya çalışıyorum… Zaten bilirsiniz normal geçen bir yolculuğum pek olmadı bugüne kadar, bu yüzden çok da şaşırmayarak, yoluma devam ediyorum 🙂
Kendimi bildim bileli Çeşme´yi sevmişimdir… Ailem ile İşbankası Çeşme kampı´nda yapmış olduğum 10-15 günlük tatillerimin bunda payı var sanırım… Çeşme´de ne yapılır, ne edilir tarzında bu 3.cü yazım, daha öncekileri görmek isterseniz buradan da gözatabilirsiniz.
Alaçatı´da yeni keşfettiklerim de şöyle:
Alaçatı´da konaklıyorsanız, ve sevgiliniz, eşiniz ya da arkadaşınız sörf tutkunu ise ama siz sörf yapmayıp denizin tadını çıkarmak istiyorsanız iki önerim var… Bobou Beach Çeşme ve Kum Beach… Bobou´nın kumsalı oldukça güzel, denizi Paşalimanı´ndaki gibi ‘yürü yürü hala diz boyunda’ kıvamında değil, ısısı gayet yerinde, sessiz sakin, bangır bangır müzik istemiyorum diyorsanız kesinlikle tavsiye edebilirim. Ancak arka tarafta yapılan otel şu anda inşaat aşamasında, tamamlandıktan sonra burası daha çok keşfedilebilir ve şimdiki sakinliği bozulabilir. Bu nedenle henüz gitmediyseniz yaz sezonu kapanmadan bir keşfedin derim 🙂 Küçük bir not: Restoran´ın yemekleri konusunda çok beklentiye girmeyin…
Diğer önereceğim plaj ise Kum Beach… Burası tesis olarak Bobou´ya oranla biraz daha küçük, sahili küçük taşlıklı, ama denizi muhteşem 🙂 Restoran´ın yemekleri çok güzel, ancak eğer plajdayken birşeyler atıştırmak istiyorsanız servis biraz yavaş olabilir, bu da aklınızda bulunsun, çok acıkmadan ya çok susamadan siparişinizi vermenizde fayda olabilir… Tam mekandan ayrılırken ‘çapulcu musun vay vay’ şarkısını çaldıkları için gönlümü kazanan Kum Beach´e tam not veriyorum 🙂 Ne zamandır dinlemiyorum, iyi hatırlattın diyorsanız, buyrun linki hemen paylaşayım 🙂 http://www.youtube.com/watch?v=a_48C1JiIgo
Tüm gün bol bol yüzdünüz, enerji harcadınız, şimdi güzel bir restoranda lezzetli yemeklerin tadını çıkarma zamanı, işte bunun için de önerim: Sailors Alarga…
Eğer Alaçatı´nın en yoğun sokağı üzerinde yürümekten yoruluyorsanız, insanlar üstünüze üstünüze geliyormuş hissi yaşıyorsanız, Hacı Memiş caddesi tam size göre diyebilirim. Bu cadde üzerinde yer alan Sailors Alarga, hem mekan olarak çok keyifli hem de meze ve deniz ürünleri oldukça lezzetli…Tatlılardan da özellikle suflesini tavsiye ederim. Servisinden de çok memnun kaldığımız restoran, belli bir saatten sonra aynı zamanda bir bar ortamı da sunuyor. Çok fazla masası olmadığından önceden rezervasyon yapmanızı öneririm… Eğer küçük bir ekipseniz masa paylaşmanız da mümkün olabilir, ama yanınıza oturan ekiple ilginç dostluklar da kurabilirsiniz. Mesela biz, yakında evlenmek üzere olan çiftin düğününe davet edildik aynı masayı paylaşmanın ardından hesabın tek olarak gelmesi üzerine gerçekleştirdiğimiz ‘biz birşey yemedik zaten’ ya da ‘hepsini siz yediniz’ diyalogları ile 🙂
Bu vesileyle birbirinin kuyumcusunu bulan bu güzel çifte ve onlar gibi birbirinin kıymetini bilen tüm çiftlere mutluluklar dileyip bir hikaye ile sizleri başbaşa bırakıyorum….
Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:
“Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”
Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?”
“Ne istiyorsan veririm.”
Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar:
“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri, bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele o kuyumcuyu bulmaktadır…
Kuyumcu değeri bilir, ona ne şüphe. Ama günün sonunda kuyumcunun da hedefi o değerin üzerine kendi karını koyarak satmak değil midir? Sahiplense de kısa süre sahiplenir, o yüzden mesele sahiden de kuyumcuyu mu bulmaktır, tartışılır…
Kesinlikle harika bir yer, herkese tavsiye ederim. Paylaşım için teşekkürler…