Archive for the ‘Gezi’ Category

Bu seferki yazımın başlığı Ekin´in ağzından 😊, e ne de olsa büyüyünce blogum kendisine emanet, ufaktan başlasın bakalım 😊

Neden Minecraft?

İstanbul – Şanlıurfa uçuşumuzda Şanlıurfa´yı tepeden gördüğünde yeryüzünü Minecraft tarlalarına benzetmesi ile çıktı bu başlık, ama gerçeklik payı o kadar yüksek ki, başlığa da cuk oturdu 😊

Bayramların denk geldiği ayların yaz aylarından uzaklaşması ve geçen yılki Ramazan Bayramı seyahat planlamasında deniz tatilini kısa kesip rotayı kaplıca tatiline dönüştürmemiz sebebi ile, bu yılki planımızı en baştan ülke içinde, gezmediğimiz ama gezmek istediğimiz yerler arasından seçerek yaptık. Ülke içinde geziyor olsak da sanki yurtdışında gezi yapmışız gibi hissettiğimiz anlar olmadı da değil, bir an geldi kendimizi Endülüs sokaklarında gezer hissettik, bir an geldi Petra topraklarında yürüyoruz sandık, bir an geldi Norveç Fiyord´larında nefes alıyoruz zannettik. Yani anlayacağınız Şanlıurfa – Adıyaman gezimiz tam bir şölen sundu bize 😊

Yolculuğumuz ile ilgili detaylara geçmeden önce birkaç uyarı, hatırlatma ve öneri paylaşmak istiyorum. Yazılarımı takip edenleriniz bilir, zaten mimliyimdir seyahatlerdeki macelarımda başıma birşeylerin mutlaka gelmesi ile, ama eşim ve oğlum ile beraber bu meziyetimizi double – triple artırdık diyebilirim 😊 Hem gülüyorum ağlanacak halimize hem de bir yandan ileride anlatmak üzere bir anısı daha eklendi kuzunun hafızasına diye de seviniyorum, şaka bir yana:

  • Gittiğiniz yerde araç kiralarsanız plakanın sadece harfli olan kısmını değil, tüm plakayı ezberleyin, araca binerken de doğru aracı aldığınızdan mutlaka emin olun 😊
  • Şanlıurfa seyahatinizi planlarken bayram zamanlarına getirmemeyi mümkünse tercih edin, çoğu yer kapalı oluyor, mesela Gümrük Han´da kahve keyfinden mahrum kalmamış olursunuz 😊
  • Şanlıurfa´da eğer fotoğraf makineniz boynunuzda asılı, görünür şekilde gezecekseniz, sürekli sizden fotoğraf çekmenizi talep edenler olacaktır, buna da hazırlıklı olun 😊 İstanbul´a döndüğümüzde ilk iş fotoğrafları aktarıp ilgili kişilerine ulaştırmak oldu.
  • Uçak saatlerinizi mutlaka ve mutlaka bir gün öncesinde aile bireyleriniz olarak her biriniz mutlaka ayrı ayrı kontrol edin, teyit edin, varsayımda bulunmayın 😊
  • Müze kartınızı yanınızdan eksik etmeyin, müze, Göbeklitepe ve Nemrut girişlerinde size kesinlikle zaman kazandıracaktır!
  • Şanlıurfa için iki tam gün ve Adıyaman için bir buçuk gün planlamak kesinlikle yeterli değil, Halfeti, kaplıcasever bir aile olarak Karaali Kaplıcaları, Gerger Kanyonu dahil olmak üzere aklımızda kalan gidemediğimiz birkaç yer oldu maalesef. Bu nedenle her iki il için de çevresindeki yerleri daha fazla görmek üzere ayrı ayrı en az üç tam gün ayırmanızı kesinlikle tavsiye ederim.
  • Mutlaka yanınızda çikolata, bisküvi, hediyelik eşya vb. bulundurun, gittiğiniz yerlerde çocuklar hemen peşinize takılabiliyor, pek çok şeyden mahrum kalarak zor koşullarda yaşadıkları için bu tür sürprizler onları çok sevindirecektir 😊
  • Yollarda öyle market, bakkal, cafe gibi yerleri bulmanızda sıkıntı olabilir, kendiniz için de mutlaka yanınızda içecek ve yiyecek bulundurmayı unutmayın 😊
  • Nemrut için mutlaka eldiven, bere, kalın giysi, şal tarzında giysileri yanınızda bulundurun.

Şimdi gelelim tüm seyahat boyunca uyumuyla tam bir gezgin olduğunu kanıtlayan Ekin´imiz ile yaptığımız gezimizin detaylarına 😊

Elbette gitmeden önce internette bir araştırma yaparak gezilecek yerler listesi çıkarmıştık, bu listemize yerel halkdan aldığımız önerileri de ekleyerek dolu dolu bir gezi planlaması yapmış olduk.

Arefe günü Şanlıurfa´ya varışımızın akşamı bulması sebebiyle, kaldığımız otelin yardımı ile Urfasaray Konuk Evi´inde sıra gecesine rezervasyonumuzu yaptırmıştık öncesinde. Yani vardığımız gibi kendimizi kebap dünyasına ve Şanlıurfa´ya has, davul şov, çiğköfte şov, uzun hava, halay, folklör gösterisi derken farklı unsurları içeren ritüeli izlemeye atmış bulunduk. Burada bir parantez açıp şunu eklemeden geçemiyorum, merkeze vardığımızda, iftar saatinde, in cin top oynarken ve tüm kepenkler indirilmişken, sıra gecesinden ayrıldığımızda gece on bir sularında açılmış dükkanları, alışveriş yapan insanları ve bu denli hareketi görmeyi beklemiyorduk. Bunun şaşkınlığı ile uykuya daldık sabah da yine in cin top oynayan, kepenklerin mıh gibi kapanmış olacağını beklemeyerek 😊

Şanlıurfa´da bayram bayram gibi kutlanıyor, aklınızda olsun planlama sırasında 😊

Güzel bir kahvaltı ile enerji depoladıktan sonra tabanvay planımıza geçtik, gün sonunda bizim için yirmi beş bin, Ekin için ise takribi otuz bin üzeri adımla arşınladığımız Şanlıurfa gezimizin ilk durağı en çok ziyaret edilen tarihi mekanlarından biri olan meşhur Balıklıgöl oldu.

Muhtemelen şehrin her bir karışını kaldırsalar altından yepyeni bir tarihin çıkacağı Şanlıurfa´yı biz çok beğendik. Bunda havanın güneşli olmasının ve bize eşlik eden masmavi gökyüzünün payı da yüksek tabi.

Mevlid-i Halil Camii, Hz. İbrahim´in doğduğuna inanıldığı mağara, Aynzeliha Gölü ve Halil-ür Rahman Gölü yeşillikler arasında gezeceğiniz, ama çokca kalabalık içerisinde dolaşacağınız yerler diyebilirim. Her ne kadar son üç yıldır kazı çalışmaları sebebiyle kapalı olduğundan Şanlıurfa Kalesi´ne çıkamasanız da, tepeden şehir manzarası görebileceğiniz, kalenin yanında yer alan seyir terasına tırmanmanızı tavsiye ederiz.

Dünyanın en eski kutsal alanı Göbeklitepe’ye ait eserleri bulundurması sebebiyle Göbeklitepe´ye gitmeden önce ziyaret edilmesi gereken Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, kronolojik olarak Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait önemli sergileri barındırıyor. Müze gezmeyi sevenler için harika bir destinasyon. Hemen yakınında bulunan Haleplibahçe Mozaik Müzesi de görülmeye değer yerlerden biri. Berkay´ın arkeolog olması da bi hayli avantaj bizim için elbette, müzede dolaşırken en azından bilgi donanımızı genişletmiş de oluyoruz. Aklımda kalanları not olarak burada da yazayım ki ileride unutursak geri döner bakarız 😊

Kader tanrıçası Moiralar´dan üç adet olduğunu, mozaikte görüldüğü gibi ellerinde bir makas ve kişilerin kaderini temsil eden ip tuttuklarını, yaşamı pamuk ipliğine bağlı olmak deyiminin buradan geldiğini, Moira´nın yaşam ipini kestiği zaman kaderini de belirlemiş olduğunu biliyor muydunuz?

Deniz tanrıçası Thetis´in ölümsüz olması için topuğundan tutarak Styks nehrine batırdığı oğlu Akhilleus´un  Truva savaşında Paris tarafından, tek savunmasız yeri olan topuğundan okla vurularak öldürüldüğünü biliyor muydunuz?

Ya işte böyle kültürümüze kültür katarak dolaşırken, aaa bir dakika yemek yemedik, acıktık derken, kapalı dükkanlar arasında bulduğumuz Sümer Pide´ye resmen attık kendimizi, o kadar acıkmışız ki Ekin lahmacununu acılı bile yedi 😊 Allah kimseyi açlıkla sınamasın 😊

Karnımızı bir nebze doyurduktan ve enerjimizi yeniledikten sonra devam ettik adımlarımıza elbette. Karakoyun Deresi üzerinde olan, şu anda pek suyun kalmadığı Tarihi Hızmalı Köprü, Oniki Havari Kilisesi olarak da kayıtlara geçen Fırfırlı Camii, Justinian Su Kemeri ve kaya mezarlarının yer aldığı Kızılkoyun Nekropolü, her ne kadar bayram sebebiyle tüm dükkanların kapalı olmasından ötürü cıvıl cıvıl halini göremesek de kimseye çarpmadan sakin sakin yürüdüğümüz, meşhur Gümrük Han´ın da içinde yer aldığı Tarihi Çarşı Bölgesi mutlaka gezilecek yerler arasında.

Şanlıurfa´ya bir de 11 Nisan tarihinde gitmiş olursanız, kurtuluş yıldönümü sebebiyle kutlamalarına katılma fırsatı da bulabilirsiniz, Ekin´i uyutup en azından havai fişek gösterilerini izleme şansı bulduk, dönüş yolunda da Safi Künefe´de Şanlıurfa´ya özgü Şıllık tatlısını denemeyi de ihmal etmedik 😊

Şanlıurfa merkeze veda ederek gezimizin ikinci gününde ilk durağımız olarak Harran Evleri´ne doğru yola çıktık. Oraya vardığımızda hemen bir motosikletli bizi, ‘sanırım siz gezmeye geldiniz beni takip edin’ diyerek karşılıyor ve otomatik peşine takılıyorsunuz 😊 Gittiğimizde hemen bir rehber eşliğinde evlerin içerisinde dolanmaya başladık, rehberden aldığımız rivayete göre bu evlerden sadece Halep´de, Harran´da ve zamanında İtalyan bir gezginin hastalanıp bu evlerde 56 saat kalıp şifalanmasının ardından İtalya’nın güneyindeki Bari şehrinde yer alan Alberobello adında küçük bir kasabada evi kopyalayıp inşa etmiş olduğunu öğrendik. Al işte yeni bir gezi planı daha, Alberobello´yu da görmek nasip olsun diyerek, rehberin de önerisiyle dünyanın ilk üniversitesi olduğu düşünülen Harran Üniversitesi´nin olduğu antik alanı da gezdikten sonra rotamızı yolumuzun üzerinde yer alan Bazda Mağaraları´na çevirdik. Burası kesinlikle ve kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri, zamanında, mevcut koşullarda, o mağaraların nasıl oyulduğunu hayretle izlerken bir yandan da memleketimiz ne güzellikler barındırıyor demeden de edemedik. Karahantepe yolunda devam ederken yolumuzun üzerinde Şuayip şehri, Soğmatar gibi pek çok görülecek yer de var ancak zamanın kısıtlı olması ve Göbeklitepe´ye de yetişme gayretimiz sebebiyle buralara uzaktan bakmakla yetinmek durumunda kaldık.

Göbeklitepe´nin ardından son dönemde keşfedilen Karahantepe de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Evimizde arkeolog olmasının yine bir avantajını yaşıyoruz burayı gezerken. Kapalı bir kutu içinde koruma altına alındığı söylenen heykelin gerçeğini internette görünce, eğer amaç korumak ise camekan içerisinde, herkesin görebileceği şekilde korunsaydı keşke demeden de geçemiyoruz…

Adıyaman´a doğru yola çıkmadan önce son durağımız olan Göbeklitepe´ye giriş saatinin en son 16:30 olarak belirtilmesi sebebiyle son gaz gidiyoruz. Bu arada Göbeklitepe´ye, eğer tur ile gitmiyorsanız çıkışı biraz meşakkatli. Aracınızı parkettikten sonra ilk önce bir kuyruğa giriyorsunuz, otobüse biniyorsunuz, indikten sonra sizi yeni bir kuyruk bekliyor. Bu kuyruğun sonunda yeniden bir araca biniyorsunuz, indikten sonra da tekrar bir kuyruk ve ardından ta daaaa, 12 bin yıl öncesine hoşgeldiniz 😊 Tüm bu yorgunluğa değeceğini göreceksiniz 😊

Bunun üzerine güzel bir yemeği hakkettiniz, restoran bulma konusunda biraz sıkıntı çektiğimizden size hemen birkaç öneri ile geleceğim. Karaköprü Atatürk Bulvarı üzerinde ciğerden dönere, ocakbaşından hamburgere farklı alternatifi birarada bulabilirsiniz.

Şanlıurfa´da gezilecek yerleri kısmen tamamladıktan sonra gezimizin üçüncü gününde Adıyaman´a günaydın diyoruz. Malesef geçen yıl yaşanan depremin etkisinin ağır olarak göründüğü ve yaşandığı Adıyaman´da pek çok gezilecek yer de Ulu Cami, Mor Petrus Kilisesi, Keleş Konağı tadilatta veya restorasyonda. Depremi anmak amacıyla 6 Şubat gününde yelkovan ve akrebin 4:17´de durdurulduğu saat kulesinin hemen yakınında yer alan Adıyaman Arkeoloji Müzesi´ni gezebilirsiniz. Adıyaman´a gelmemizin temel sebebi olan Nemrut yolunda Perre Antik Kenti, Karakuş Tümülüsü, Cendere Köprüsü, Kahta Kalesi, Arsemia Ören Yeri mutlaka görülecek yerler arasında. Yolun biraz virajlı olduğunu söylemeyi doğru buluyorum, özellikle iyi ki gündoğumuna diye yola çıkmamışız dedik yollardan ötürü. Ve sonunda Nemrut´a varmıştık, tabi ne hayaller vardı, çok güzel bir günbatımı yakalayacaktık, turuncu ışık ile bezenmiş heykellerin fotoğraflarını çekecektik. Hava sebebiyle bunlar pek mümkün olamadı ama yukarı vardığımızda yine, zamanında, mevcut koşullarda nasıl yapılabildiğine şaşırarak izlemeye koyulduk, üstüne bir de bu kış sezonu kar göremeyen Ekin için oynayabileceği kadar kar sunduğundan bir taşla iki kuş vurmuş olduk 😊

Gezimizin son gününde ise, yolun yine bozuk olduğunu belirterek, Kızılin Köyü´nde yer alan Kızılin Köprüsü, hemen yakınında yer alan köyün içinde tekne turu tabelasını takip ederek bir yanı Adıyaman bir yanı Şanlıurfa bir yanı Gaziantep bir yanı Birecik olan nehir üzerinde  tekne gezisi, ardından da Atatürk Barajı Seyir Terası´ndan güzel bir manzara eşliğinde gezimizi sonlandırırken Adıyaman merkezde yer alan Peri Hanımeli Restoranı´nda yöresel lezzetlerden de mahrum etmedik kendimizi.

Umarım keyifle okuduğunuz, sizlere de rota hakkında fikir veren bir yazı olmuştur, bir sonraki gezimize kadar hoşçakalın!

Haftasonuna geçmeden az önce, Cuma gününün mesai saatlerinin sonlarına yaklaşırken her Cuma yapılan ve artık gelenekselleşmiş olan #FridayTalks´da konumuz Mental Sağlık Farkındalığı ve İş Yerinde Stres Yönetimi idi… Çok önemli olan bu konuda yani mental sağlığınızı koruma ve iş yerinizde stresinizi yönetme konusunda sizler neler yapıyorsunuz?

Kendi adıma yazacak olursam, mental sağlığımı korumanın en iyi yollarından birisi gezmek olmuştur benim için her zaman. Yeni yer gör; yeni yer keşfet; yeni bir tat dene; doğada zaman geçir ve sonra da gördüklerini, yaşadıklarını, fotoğrafladıklarını hemen günlük gibi blog yazısına dök…

Tam da beni biraz zorlayan bir haftanın ardından çok manidar denk gelen bir konu ve hemen ardından yapılan günübirlik mental sağlığı nötrleme gezisi planlaması…

Siz de benim gibi gezdikçe enerjisi artanlardansanız bu bir günlük kısa kaçamak rotası size de iyi gelebilir 😊

Haftaiçi iş ve okul koşturmacalarının ardından uyku için tek haftasonumuz olsa da uykuya yenik düşmedik, erkenden kalktık ve  Osmangazi köprüsü´nden geçerek ilk durağımız Karamürsel´in bir köyü olan Pazarköy´de bulunan Pomidor Karamürsel´de kahvaltı için yola çıktık. 120 yaşında, kestane ağaçlarından inşa edilmiş evi restore etmişler, mevcut yapısını bozmadan onarmışlar. İçinde farklı odaları olan, bu odalarda kahvaltı servisi verdikleri otantik bir yere dönüştürmüşler bu görmüş geçirmiş tarihi evi. Bizim için bunların ötesinde mekanı daha da anlamlı kılan kısmı işletmecisinin, Denizatı Okulları´nda eski matematik öğretmeni olması. İlk uyarım şu olsun: 40 kişi kapasiteli olan mekanda önceden rezervasyon yaptırmayı unutmayın, bizi Denizatı hatrına ve özellikle öğrencisi olan yeğenimin hatrına ağırlayabildiler 😊 Ağırlayamasaydılar da bir sonraki sefer gitmek üzere notumuzu alırdık orası ayrı 😊 Bu da ikinci uyarım olsun: kahvaltının üstüne, bahçede manzaraya karşı Türk kahvenizi içmeyi atlamayın, yanında ikram ettikleri kurabiyeden ikincisini isteyeceğiniz garanti 😊Mekanın hemen çevresinde yürüyüş patikaları da mevcut kolay, orta ve zor seviyelerde, bahar aylarında yapmak üzere, Pomidor´a gidip güzel bir kahvaltının ardından dere kenarında yürüyüş planımızı biz ajandamıza aldık bile 😊

Karamürsel´de başka neler yapılır diye internette bakınırken bulduklarımızı biz de planımıza aldık tabi, yaşasın internet 😊 Pomidor´dan hareket edip kısmen yakın mesafede olan Aşıklar Tepesi görülmeye değer. Panoramik manzaraya sahip mekanda aynı zamanda restoran da var, ama biz tıka basa dolu olduğumuz için deneyimlemedik, Osmangazi köprüsünü de içerecek şekilde İzmit Körfezi´ni kuş bakışı izlemek için rotanıza ekleyebileceğiniz yerlerden biri kesinlikle.

Aşıklar Tepesi´nin ardından bir sonraki durağımız olan Valide Köprüsü için tekrar yola düştük. Yolda giderken bir de ne görelim, Boşnak Böreği´mizi denediniz mi yazan bir tabela 😊Elbette durduk, siz de mutlaka not edin ve geçmeden durun 😊 Mekanın adı Hasan´ın Yeri. Burayı işleten teyze günlük olarak ıspanaklı ve patatesli olmak üzere 2 çeşit elde açma börek yapıyor, patatesli ile aram pek yoktur ama ıspanaklı için kesinlikle 100 puan veririm… Doğanın içinde, kuş sesleri eşliğinde huzurlu bi ortamda lezzetli bir börek yiyerek kesinlikle mental sağlığı nötrlemek mümkün 😊 Zaten çok aç olmayan midelerimize biraz da börek şöleni çektikten sonra yolumuza devam ettik. Kösem Sultan Valide Köprüsü Osmanlı döneminde yapılmış, 64 metre uzunluğunda, kesme taştan inşa edilen bir köprü. 1996 yılında Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınarak restore edilmiş. Üzerinden araç geçişine kapalı olan köprünün üzerindeyken altından şarıl şarıl akan suları izlemek bile mental sağlığı korumak için bir nevi ilaç 😊

Gezilecek yerler listesine bir tik daha atarak rotamızın bir sonraki durağı olan Ulaşlı ilçesinde yer alan Saklıgöl için harekete geçtik. Gölün kenarında bulunan tesisin kapalı olması sebebiyle normalde gölü göremeyecektik, ancak mekanın işletmecisi bizi kırmayıp görmemiz için içeriye aldı, sanırım iyi günümüzdeymişiz 😊 Yazınca bunu farkettim, rezervasyon yaptırmadan kahvaltı edebildik, kapalı olan mekana girip gölü görebildik 😊 Pozitifliklerle dolu bir gün, ne mutlu bize 😊 Göl aslında 1985 yılında toprak kayması ile oluşmuş. Sessizlik içinde, kartpostal gibi bir doğa manzarası eşliğinde kahvaltı etmek kesinlikle çok keyifli olur diyerek baharda gelmek üzere burayı da planımıza alıp, bize kapılarını açan beyefendiye teşekkür ederek ayrıldık 😊 Aranızda kır düğünü düşünenler varsa, listenize değerlendirmek üzere kesin alın derim 😊

Ve artık deniz seviyesine inme zamanı gelmişti. Karamürsel´in balıkçı kasabalarından Ereğli´nin evlerini internette görünce buraya kesin gitmemiz lazım diye notumu almıştım zaten. Henüz restore edilmemişler, ama bu halleri ile bile benim için oldukça fotojeniktiler 😊 ‘Ereğli Evleri Hayat Buluyor’ projesi kapsamında Ereğli’deki Çıpalı Konak ve birkaç yapıda daha restorasyon çalışmaları devam ediyormuş, restore edildikten sonra da gitmek farz oldu 😊 Sahil boyunca uzun yürüyüşler yapabileceğiniz, balıkçı restoranları olan, sessiz sakin bir kasaba, kafa dinlemek ve boş boş denize dalarak bakmak için bile gidilebilir, yine mental sağlığı nötrlemek için harika bir yol 😊

Gezimizin son noktası Karamürsel sahil merkeze gitme zamanı gelmişti, tahmin edeceğiniz üzere Karamürsel sepeti alacağız elbette, Karamürsel´e gidip Karamürsel sepeti alamadan geri döndüğümüze hala inanamıyorum. Meşhur sepetçisi kapalıydı malesef, zanaati yapan birileri icra etmeye devam eder diye umut ederek sokaklarda sepetçi aranırken bir bankta oturan, sırtlarında kanatları olan, pembe giyinen ve ellerinde slime oynayan 3 genç kız bize şöyle demez mi:

Merhaba, nasılsınız? Bir soru sorabilir miyiz? (Biz o sırada klasik birşey satmalarını beklerken, önyargı hoşgeldin😊)

Siz hayatınızda hiç bankta oturan, kanatlı, slime oynayan peri gördünüz mü?

Bu soruyu anlayana kadar, slime neydi, tam olarak ne dediler derken, fotoğraflarını çekmek çok geç aklıma geldi.

Hayatımda ilk defa görmüştüm, evet, slime´ın ne olduğunu da o an öğrenmiştim. Öncelikle siz 3 genç kız, hiç bir zaman bu cesaretinizi ve neşenizi kaybetmeyin, kimsenin de kaybettirmesine izin vermeyin 😊

Karamürsel sepeti alamadık ama böyle tatlı pembiş bir hikaye ile Karamürsel´e, bize güzel anılar biriktirebildiğimiz bir gün bahşettiği için teşekkür ederek veda ettik. Umarım sizlere de keyifli bir rota oluşturmak için fikir veren bir yazı olmuştur, bir sonraki gezimize kadar sağlıcakla kalın 😊

Susam tanem artık ilkokul 1 öğrencisi, bir de üstüne ilk yarı dönemi ‘Çok İyi’ ile bitirmiş bir ilkokul 1 öğrencisi… Hangi ara bizim zamanımızın Pekiyi‘si gündemden çıkmış onu çözemedik:) İnternette biraz dolanınca şu başlığı buldum: Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan değişiklik ile artık sene sonu öğrencilerin başarı durumunu gösteren karnelerde eski ifadeler rafa kaldırıldı!
Gayet güzel bir ifadeydi aslında, iyiki Pekiyi dolu karnelerimiz olmuş diyerek gelelim sömestr tatilinde çocuk eğlemece olarak neler yaptıklarımıza. Sizlere de bir sonraki sömestr tatilinizde fikir vermesini umarak… Yeni iş değişikliği yapan ebeveynler olarak izinlerimizi yaz tatilimize saklamak istediğimizden gönlümüzdeki kayak tatilini planlayamadık, ama şimdi 16 günlük ara tatili sonlandırırken geriye baktığımda dolu dolu da geçirmişiz. Umarım Ekin’in aklında ve kalbinde yer eden bir mola olmuştur ilk sömestr tatili:) Ankara’ya tren keyfi yaparak yapılan seyahatte, aile görüşmeleri ve elbette Anıtkabir’de Ata’mızı ziyaret ile keyifle geçirdiğimiz anların ardından anne ve oğul olarak geçirdiğimiz başbaşa İstanbul gezileri… İstanbul’da da sömestr tatilinde yapılabilecek o kadar çok şey var ki, biz bu sefer tiyatro etkinlikleri, Barış Manço Evi ve İlüzyon Müzesi ziyaretleri ile doldurduk programımızı…

Barış Manço, Adam Olacak Çocuk, 7’den 77’ye ile büyüyen bir nesil olarak şimdi müze haline dönüştürülen Barış Manço’nun evini Ekin ile ziyaret etmek çok keyifliydi. Özelikle Adam Olacak Çocuk programına sanki katılmış gibi bu anı fotoğraflamak başka nasıl mümkün olabilirdi:) İçeriye giriş çok cüzi bir ücrete tabi, girmeden önce biletinizi online olarak almayı unutmayın…

Merak ettiğim, sosyal medyada sürekli gördüğüm İlüzyon Müzesi de bu ara tatilin bir parçası oldu. Önceden saat randevusu ile aldığımız bilette gezme süresi 50 dakikadır diye yazdığı için o kadar süreceğini sanmıştım, ancak en az bir saat içeride kalmışızdır, kimseden bir uyarı almadık en azından:) Ekin’in çok eğlendiğinden ve çok hoş vakit geçirdiğinden yüzde yüz emin olarak ayrıldık bir sonraki sefer babası ile de geleceği konusunda sözleşerek:)

Ara tatilimizin en can alıcı kısmına gelelim şimdi de, hem İstanbul’a yakın hem sıcak suları olsun hem de dağ tepe tırmanmayalım -malum arabamız ile karlı yollarda sıkıntı yaşadığımız hikayelerimiz var-, kolayca ulaşabilelim derken rotamızı Yalova Termal‘e çevirdik.  Atatürk Arboretumu içinde yer alan Yalova Termal Otel’de Atatürk Köşk’ünün hemen karşısında konaklayabilir, orman içinde ve dere kenarında bol oksijen depolamak üzere yürüyüşe çıkabilir, hem otelin içinde yer alan hem de dışarıda bulunan farklı hamamlarda sıcak suların keyfini çıkarabilirsiniz. 1911 yılında Roma’da düzenlenen En Şifalı Kaplıca Suları yarışmasında birincilik kazanan Yalova Termal Kaplıcaları’nın bulunduğu Arboretum’da yer alan Atatürk Köşk’ünün içini adımlamak, aynı havayı solumak, manevi kızlarının konakladığı odaların güzelliğini görmek çok keyifli idi, hiç bilmediğimiz bir gizemli hikaye ile de ayrıldığımız köşkü gezdiren rehberin anlatımı, diksiyonu, detayları telafuz edişi gerçekten takdire şayandı. Atatürk’ün manevi kızı Zehra Aylin‘in odasının güzelliği karşısında dinlediğimiz ama nasıl olduğu hala tam olarak bilinmeyen trajik vefat hikayesi…

Atatürk ile dopdolu geçirdiğimiz sömestr tatilimizi yine bir başka Atatürk Köşkü ile sonlandırmak istedik. İstanbul dönüşü yine Yalova’da bulunan Yürüyen Köşk’de geçirdiğimiz zaman dilimi hava muhalefeti sebebiyle çok kısa oldu, ancak bahar döneminde tekrar ziyaret edeceğimiz bir yer olacağı kesin. Çınar ağacına zarar vermemesi için yapılan evi 4-5 metre kadar hareket ettirerek yerinden oynatılan köşk… Atatürk’ün verdiği bu karar, ne kadar ulu bir önder olduğunun göstergelerinden sadece biri… Keşke daha uzun süre kalıp köşkün içini de gezebilseydik, ancak bir daha sırf senin için tekrar geleceğiz Yürüyen Köşk🙂
Aktiviteler, geziler, atraksiyonlar ile nispeten dolu dolu geçen bir sömestr tatilinden Ekin’in aklında yeredici anılar olmasını dileyerek bir sonraki aktivitemize kadar hoşçakalın:)

Hayatımızdaki yeniliklere ve değişimlere yelken açmadan son bir defa daha yaza veda rotası çizelim, daha önce gezdiğimiz yerlere bu sefer yenilerini ekleyelim dedik.

Bu satırları, uykuya yatırmış olduğum susam tanem´in nasıl da büyüdüğü, hatta ilk adımlarını atacağı ilkokula yarın sabah beraber el ele gideceğimiz düşüncesi ile yazıyorum, bir yandan da şükür duygusu bağrımda, oğlumuz ile böyle güzel anılar biriktirebildiğimiz için 😊

Evet gelelim kısaca rotamıza ve rotamızda keşfettiklerimizi paylaşmaya… Kuzey Ege rotalarının en büyük avantajı İstanbul´a nispeten yakın olması, hafta sonu kaçamağı için bile uygun neredeyse…. Hızlandırılmış hafta sonu kaçamağımızdan kesitler için buyurunuz 😊

Her ne kadar sadece Sokakağzı´nda günümüzü geçiririz diye yola çıksak da havanın pek müsaade etmemesi ile sahil kıyılarında keşfe çıkabildik, bu vesileyle de bloguma bir yazı daha eklemek nasip oldu diyelim, ne demişler ‘keşke deme, iyi ki de’ 😊

Midilli adası manzaralı Sokakağzı´nda sahil uzunca, pansiyonlar ve plaj arasında ince bir araç yolu geçiyor, çocuklu iseniz tabi bu araç yolu biraz korkutucu ama Eylül ayında, sezonun sakinlemesi ile pek curcuna yoktu ortalıkta. Ege denizinin klasiklerinden deniz çayırları elbette burada da hakim. Sahilinde şezlong ve şemsiyesinden ücretsiz olarak yararlanabileceğiniz tesisler de mevcut, eğer rüzgar bizi alabora etmeseydi muhtemelen tüm zamanımızı burada geçirmeyi tercih edebilirdik, ancak ortalama şiddetli esen rüzgar feleğimizi şaşırttığından kıyı boyu diğer sahilleri gezebilme şansı bulduk.

Sokakağzı´ndan bir sonraki koy olan Sivrice Koyu için, ‘burada rüzgar varsa, orası kesin sakindir’ demeleri üzerine arabanın kontağını hemen oraya çevirdik. Evet deniz daha sakinceydi, ancak tüm plajı, kendilerince haklı olarak elbette, iskeleler üzerinde platformlar ile kaplamaları sebebiyle çok hoşlaşmadık. Çocuklu olanlar anlar diyerekten 😊, bir sonraki koy denememiz Yeşil Liman oldu, ancak bu sahilin de yine deli rüzgardan nemalanması sebebiyle rotamızı Kadırga Koyu´na çevirdik. Uzun yıllar önce, herhalde 14-15 yaşlarındayken gitmiştik annemler ile, o zamanlar sahilde bir tesis bile yoktu, şimdi ise tahmin edeceğiniz üzere tüm koy tesisler ile kaplı. Sokakağzı´na oranla burada tesisler ile deniz arasındaki mesafe daha geniş. Ve en önemlisi, özellikle deniz çayırlı sularda yüzmeyi sevmeyen birisi olarak, denizin çayırlık olmaması, masmavi güzel sularda yüzebilinecek olunması, yüzerken Behramkale manzarası da cabası 😊. Denizin bu denli keyifli olması da bir anda konaklama için keşke Kadırga Koyu´nda bir  yer seçseymişiz dedirtmedi değil, ama tabi ne diyoruz, ‘keşke deme, iyi ki de’ 😊

Bir o koy bir bu koy gezerken elbette Arkeolog babamız ve küçük Indiana Jones´umuz ile antik kentleri de ihmal etmiyoruz.

Görünce şaşırdığım Apollon Smintheus tapınağı´nın hikayesini Berkay´dan dinleyince neden fareler ile karşılandığımızı anlıyorum😊 Athena tapınağından sonra en önemli ikinci kutsal alan olarak kabul gören farelerin efendisi Apollon Tapınağı´nı elimizde fener ile bir dedektif edası ile arşınlıyoruz 😊

Apollon Tapınağı´na oldukça yakın bir balıkçı köyü olan Babakale yine görülebilecek yerlerden biri. Köyün girişinde yer alan korsan kalesinin giriş ücreti 10TL, içeriye girdiğinizde çok büyük bir beklentiniz olmasın, ancak manzara izlemek için keyifli bir uğrak noktası. Yürümek biraz tehlikeli, özellikle aşırı rüzgarda çocuğunuzun elini sakın bırakmayın!

Antik yerleşimler arasında gezerken gördüğümüz 2 köye bayıldık, Korubaşı Köyü ve Koyunevi Köyü. Gezerken kısacık da olsa taş evler arasında dolaşmak, köylü teyzeler ile selamlaşmak size de keyif verebilir 😊

Bir o köy bir bu köy gezerken elbette Behramkale Köyü, Athena Tapınağı ve Assos Antik Liman en başlıca gezilecek yerlerimiz arasındaydı. Özellikle Ekin ile 2 aylıkken geldiğimiz Assos Antik Liman´ı bu sefer 6 yaşında bir Ekin ile dolaşmak ayrı keyifliydi.

Bu civarlarda olan tüm antik kentleri gezmeye vakit kalmadı maalesef, artık bir başka yazı da Balıkesir-Çanakkale güzergahında Mavi Yeşil bir Rota III diye gelir belki bir gün kim bilir 😊, bu gezimizi bir önceki bu civarlara geldiğimiz seyahatte uğramaya vaktimizin kalmadığı Roma Villası bulunan Antandros Antik Kenti ile sonlandırdık.

Gelelim nerede yenir, nerede içilir kısmına… Bizim yemekten yana seçimimiz ağırlıklı ev yemeklerinden olunca, malum çocuklular anlar 😊, keşif noktalarımız da ev yemekleri üzerine 😊 Bamya yemeğinin sosunun tadı hala damağımda olan Kaleder Cafe Babakale ve Bademli Köyü´nde yer alan Paşa Konağı Ev Yemekleri´ni gönülden tavsiye ederiz.  Kadırga Koyu´nda mantı, salata, hamburger gibi lezzetlerini denediğimiz ve oldukça memnun kaldığımız Taşlı Tarla Glamping Cafe´de yemek molası verebilir, Behramkale Köyü´nün içinde yer alan, her ne kadar sadece kahvesini içsek de, mekanın popülerliğinden pizzasının lezzetli olduğunu gözlemlediğimiz, bir başka gelişimizde yemek üzere not aldığımız Assos Bohemian Cafe Restaurant´da pizza yiyebilir, Behramkale´nin girişinde gözünüzden kaçırma ihtimaliniz olmayan Meşhur Dondurma Ustası Yahya Usta´da dondurma yiyebilir, İstanbul´dan Assos´a gelip lavanta tarlası ile yollarına başlayan ve çok şirin bir mekan işleten Özden ile Deniz´in elinden lezzetli kahve içebilir, arometerapi ile ilginiz varsa kendi üretimleri olan ürünlerden satın alabilirsiniz. Yolun üzerinden geçerken gördüğümüz Nine & Mine Doğal Yaşam aklımıza hemen şu soruyu getirmişti 😊 Okumasını İngilizce mi Türkçe mi yapmak lazım? Bu hemen yakın zamanda konserine gittiğimiz Karsu´nun Seven Nine şarkısını çağrıştırdı, şarkının ismi 7 9 mu yoksa seven nine mi 😊 Kendilerine hemen sorduk tabi, mekanın adını her iki türlü de uyarlamak mümkünmüş, caizmiş 😊

Güzel müzik ve ambians için Sokakağzı´nda yer alan Sincap Kamp oldukça sevimli, karadut mojitosunu yudumlayabilirsiniz zeytin ağaçları altında, ayrıca sezonunda günlük çıkan ev yemeklerini de takip edebilirsiniz.

Yine İstanbul´u terk-i diyar edip Ahmetçe köyü´ne yerleşmiş çok tatlı bir ailenin işlettiği Damda´da, hem hoş sohbet eşliğinde kahvenizi yudumlayabilir hem de farklı ürünleri sundukları mekandan alışveriş yapabilirsiniz. Abimin eşinin el yapımı yaptığı tahta baskı fularların (Cunda Blues) da temin edildiği bir yer olması sebebi ile Derya ve Tarık´ın işlettiği bu mekanın gönlümde yeri ayrı oldu, bir de çocukları Maya ile Ekin´in hemen kaynaşmaları ve oyun kurmaları çok izlenesi bir anı olarak aklımıza kazındı 😊

Özetle; dar zamanda pek çok yeri gezdiğimiz, gördüğümüz, anılar biriktirdiğimiz çok keyifli bir rota oldu hem de 33 km hızla esen rüzgara rağmen 😊 Umarım sizler de keyif alarak okumuşsunuzdur ve gitmek üzere not aldığınız detaylar da olmuştur 😊 Şimdilik bir sonraki maceraya kadar hoşça kalın!

Gözlerinizi kapayın.

Öyle bir yol hayal edin ki sağınız solunuz göz alabildiğine yeşil.

Hiçbir yapılaşma yok.

Aracınız, siz ve sadece yeşilin her tonu.

Böyle bir yolculuk yapmak sizce mümkün mü?

Kesinlikle mümkün.

Hem de çok uzaklara, Amazon ormanlarına ya da dünyanın en yeşil ülkeleri arasında sıralanan İsviçre, İsveç, Norveç gibi diyarlara uzanmanıza gerek kalmadan.

İstanbul´dan sadece 3 saat uzaklıkta İğneada-Kıyıköy güzergahı inanılmaz güzellikler sunuyor sizlere.

Yeşil, yemyeşil, ağaçların köklerinin uzandığı zemine kadar yeşil, toprak rengini göremeyeceğiniz kadar yeşil.

Gözlerimizi ve ruhumuzu tazelendiren bu güzel yollarda gezerken, 2 yıl önce İsviçre´ye ailecek taşınan arkadaşımızın ilk podcast´ini dinliyoruz bir yandan. İsviçre´yi tarif ederken yeşilinden bahsediyor, ‘İsviçre yeşili’ diye bir kavram var diyor, hakikaten de doğru, yıllar evvel abimin yanında Lozan´da kaldığım ve İsviçre´nin pek çok yerini gezdiğim 3 ay boyunca aklımda kazınan 3 kavram var İsviçre´ye dair: yeşillik, dakiklik ve temizlik.

Bu yolları giderken bir yandan da evet diyorum İsviçre yeşili çok güzel ama memleketimin yeşili ayrı güzel 😊 Bu güzellikleri görebildiğime ve görebildiğimize şükrederken arada küçük reklam gireyim izninizle , yeni yayın hayatına başlayan İyi ki Podcast yayınlarını takibe almanızı tavsiye ederim 😊

Şimdi gelelim rotamızda nereleri gezdik, nereleri gördük…

Haftasonu kaçamağı olarak planladığımız bu geziye güzel bir kahvaltı ile başlamak üzere rotamızı Vize´de bulunan Seyir Kahvaltı´ya çevirdik. Vardığımızda araçtan inişimiz klasik bir mücadele gerektirdi elbette Ekin ile, ‘oğlum bak hava serin montunu giymeden çıkamayız, yok giymem yaz geldi, yok oğlum bak ne kadar serin dışarısı, ama söz vermiştin biz gezginiz uyumlu olacaktın’ vs müzakereleri sonunda montumuzu giyerek inmeyi başardık. Kahvaltı mekanına girince 80 kişilik bir rezervasyonları olması sebebiyle bize servis yapamayacaklarını oldukça kibar ve üzgün söylediler ki, tek söz bile söyleyemedik 😊 Bir sonraki seferimiz olursa bu civarlara önceden rezervasyon yaptırmanın uygun olacağını öğrenmiş olduk bu vesileyle, sizin de aklınızda olsun, mutlaka bir gün önceden arayıp rezervasyonunuzu yapın! Önerileri üzerine EtnoKöy restoranına gitmek üzere tekrar arabanın kontağını çevirdik, ama öncesinde Seyir Kahvaltı´ya çok yakın kale yapısının surlarından günümüze çok az bir bölümünün kaldığı Vize Kalesi ile kilise olarak yapılan sonradan camiye dönüştürülen ve halen ibadete açık olan Gazi Süleyman Paşa Camii (Küçük Ayasofya Camii)´ni gezi noktalarımıza ekleyiverdik.

Sakin şehir unvanına sahip Vize´yi turladıktan sonra kahvaltı için EtnoKöy restoranına doğru yine yeşillikler içerisinde yol aldık. Sabah 10 civarında kahvaltı servisine başlayan tesis dere kenarında doğa ile içiçe bir yer. Bol oksijeni depoladıktan ve lezzetli boşnak böreklerini götürdükten sonra Lunapark´da hız trenine binmişsiniz hazzı veren yollarda ilerleyerek Kıyıköy´de yer alan, kilise ve keşişlere ait bölümlerin bulunduğu Aya Nikola Manastırı bir sonraki durağımız oldu. Manastırı gezdikten sonra Pabuç deresi kenarında deniz bisikleti kiralayarak manzaranın tadını çıkarabilirsiniz, çocuğunuz ile geziyorsanız onun için de çok büyük bir eğlence 😊

Bir susam tanem slalom yaparcasına dümende, pedala bastığımız, dere üzerindeki keyifli gezimizin ardından orman içi yürüyüşlerimize başlamak üzere aracımıza bindik.

Dünyada toplamda 11 adet longoz ormanı olduğunu ve İğneada Longoz Ormanları´nın bunlardan ülkemizde bulunan sadece biri olduğunu biliyor muydunuz?

İşte bu yüzden doğanın eşsizliği ile büyülenmediğiniz tek bir an olmayacağını garanti edebilirim bu rotada.

İğneada Longoz Ormanları içinde yer alan Mert Gölü´nde Kuş Gözlem Kulesi´ne çıkarak panorama manzaranın tadını çıkarabilir, şansınız yaver giderse akkuyruklu kartal, sessiz kuğu, kara ağaçkakan, boz kuyrukkakan gibi kuş türlerini görebilirsiniz. Eğer yürüyüş patikasını su basmadıysa trekking yapmanız da mümkün. Mert Gölü´nde tesis olmadığını altını çizerek belirtmek istiyorum, özellikle tuvalet ihtiyacınızı buraya gelmeden önce gidermenizi tavsiye ederim 😊

Ardından yine milli park içerisinde yer alan Hamam Gölü´ne, her ne kadar yol çok bozuk olsa da azimle gittik ve iyi ki de gittik. Aracınızı parkettikten sonra ağaçların üzerindeki işaretleri takip ederek göle ulaşabiliyorsunuz. Dilerseniz manzaranın sadece tadını çıkarabilir, dilerseniz üzeri nilüfer çiçekleriyle dolu gölün çevresini tamamlayan 6,5km´lik parkurda yürüyüş yapabilirsiniz.

Bol oksijenli ve bol yürüyüşlü bir günün sonunu İğneada´da meydanda bulunan Dobro Doşli Rumeli Köftecisi´nde getiriyoruz kaldığımız pansiyona gidip yemyeşil rüyalara dalmadan önce.

Gezimizin ikinci gününde günümüze İğneada sahilde iyotlu deniz havasını içimize doyasıya çektikten sonra önce İğneada´da yer alan Ada Unlu Mamülleri´nden kahvaltı için zeytinli poğaça ve elmalı kurabiye aldık. Burayı kesinlikle not edin. Elmalı kurabiyeyi akşam eve vardığımızda yeme fırsatı bulduk, kesinlikle çok lezzetli!

Poğaçalarımızı ve içeceklerimizi yanımıza alıp doğrudan Limanköy´de bulunan Fransız Feneri´ne gittik, manzara eşliğinde sevdiklerinle yaptığın kahvaltının kesinlikle hiçbir eşleniği yok dünyada.

İğneada´ya gelmişken en azından önünden geçelim, görelim dediğimiz yerlerden biri olan Longosphere´in önünden geçtik, belki bir sonraki sefer günübirlik olarak plan yapabiliriz diye notumuzu aldıktan sonra bir diğer ‘hadi en azından görelim, bir türk kahvesi içelim’ dediğimiz Palivor Çiftliği´ne dair yol aldık. Kahvaltı için de gidebilirsiniz buraya, ancak kesinlikle rezervasyon yaptırmayı unutmayın!

Bu iki günlük gezimizin en can alıcı durağına geliyorum şimdi. 

290 civarı basamakla içinde çıkışın olduğu, ardından bir o kadar, belki daha fazla basamakla açık havada inişin olduğu Dupnisa Mağarası gerçekten çok büyüleyici.

Mağara öncesinde veya sonrasında gözleme ve dere kenarı keyfi için de Avcı Şeko´yu mutlaka not edin.

Sırf bu bahsettiğim iki yer için bile İstanbul´dan bu kadar yol gidilir, o derece çok sevdik 😊

Çadır kamp yapma hayalleri ile vedalaştığımız doğal güzelliklere tekrar kavuşmayı ümit ederken umarım sizlere de keyifli bir rota aktarabilmiş ve yeşilliğin içinize kadar işlemesine vesile olabilmişimdir 😊 Bir sonraki yazıma kadar sağlıcakla kalın 😊

Bir iki nazarlık anlar haricinde tüm gezi boyunca bize ayak uyduran susam tanem´e kocaman bir teşekkür ile başlayayım yazıya… Miniminnakken, daha konuşmaların agucuk´dan ibaretken hangi ara sahi mi´yi doğru yerde konumlayacak hale geldin… Mümkün olduğunca her anına tanık olabildiğim için binlerce şükür, umarım hayat koşturmasında, çoğu zaman an´da olmak yerine geçmiş veya geleceğe takılı iken aklım seni izlemeyi bir an bile olsun kaçırmam…

İleride keyifle okuyup, evet bu anları çok net hatırlıyorum diyebileceğin bir yazı olması ümidiyle senin için yazıyorum bu satırları…

Hazır deniz daha ısınmamışken, henüz deniz tatilinden feragat etmeyecekken tam zamanı idi bu rotayı hayata geçirmenin…

Uzun zamandır aklımdaydı Kaz Dağları civarlarını gezmek, en son Yoga eğitmeni olmak üzere eğitim sonrası gittiğim Yoga inzivası için Hızır Kamp´da kalarak Kaz Dağları´nın oksijenini solumuştum ama etrafı gezmek için zaman kalmadığından içimde ukde olarak kalmıştı bu civarlar.

İşte size çocuklu olarak da gezilebilecek keyifli bir rota ama biz öncesinde ‘oğlum bak sen gezginsin, dere tepe aşacağız, bize ayak uyduracaksın, uyduramayacaksan anneanne´de kalabilirsin sorun yok’ ve benzeri telkin çalışmalarımız ve alternatif önerilerimiz ile yaklaştığımızı da itiraf etmem lazım😊 Oğlum arkandan gıybet yapıyorum ama sen uzun yolculuklarda ara ara haklı olarak, elbette sen de çocuksun sonuçta burnumuzdan getirebiliyorsun ancak biz de seninle keyifli tatil yapıp anılar biriktirmek istiyoruz, sen krizlere girince bu da pek olamıyor tahmin edeceğin üzere, neyse bu kadar arkandan konuşmak yeter, neticede bu gezide 100 üzerinden 100 aldın bizim seyahat arkadaşımız, iyiki varsın 😊

Ve daha çok gezeceğiz seninle, nitekim İstanbul´da kaç haftadır göremediğim kırlangıç ve leylekleri pek çokca gördük yol boyunca, marteniçka bilekliğimizi de bir bahar dalına astık 😊

Konaklamak üzere biraz köy havası almak ve köy ortamını hissetmek için Adatepe Köyü´nde Adatepe Butik Otel´de kaldık, çocuklu aile kabul ediyorlar. Günümüzü daha çok çevre yerlerde geçirdiğimizden aslında Küçükkuyu´da bir pansiyonda da kalınabilirdi, alternatif olarak siz de Küçükkuyu´yu düşünebilirsiniz, ancak kalınan süre boyunca hep Adatepe´de vakit geçireceğim diyorsanız kesinlikle köyün içinde kalmak mantıklı olur. En güzel tarafı sabah erkenden uyanıp daha kimse uyanmamışken köyün sokaklarında dolanmak… Saat 9 gibi başlıyor şenlenmeye ortalık ve dışarıdan da ziyaretçiler gelmeye başladığı için o sabahın sessizliğinin büyüsü kayboluveriyor. Sırf bu yüzden her ne kadar her gün çevre yerleri keşifte de olsak burada konaklamamızdan memnun kaldık. Adatepe Köyü´nün içi oldukça küçük, çok fazla dükkan ve restoran yok. Kayalıkların üzerinde kurulmuş, taş evleri sümbüller ve renkli pencereleri ile süslenmiş, zeytin ve çam ağaçları ile donanmış kendi halinde çok sevimli bir köy Adatepe.

Adatepe Köyü´ne en yakın görülecek yer Zeus Altarı. Aracınızı köyde bırakıp yürüyüş yaparak da gidebilirsiniz, enerjimizi oraya saklamak istediğimizden araba ile gitmeyi tercih ettik, Zeus Altarı´na yürüyüş zorlu değil, aslında kısa mesafe, biraz ‘a bak burada mantar var, a yoksa bu Şirinler´in kasabası mı’ diye diye yolun sonunu getirmek mümkün. Denize ve Edremit körfezine hakim bir tepe üzerine inşa edilen ve baş tanrı Zeus’a ait olduğu düşünülen bu kutsal alandan manzaraya bakmayı rotanıza kesinlikle eklemeye değer.

Zeus Altarı´nın güzel manzarasını izledikten sonra küçük bir kahve molası için Küçükkuyu´ya indik, tatlı bir liman yerleşkesi, akşam yemeklerimiz için burada güzel alternatifler bulduk, Ocakbaşı tadında bir deneyim için BiYer Ocakbaşı hem güleryüzlü servisi hem de yiyeceklerin lezzeti ile güzel bir seçim sunuyor. Lezzetli bir hamburger canınız çekiyorsa Tezgah 17 kesinlikle durağınız olabilir, vejeteryanlar için de falafel salata tercih edebilirsiniz ama eğer acı yemiyorsanız jalapenosuz olsun diye belirtmenizde fayda var😊 Balık ve rakı keyfi için Yengeç Restaurant oldukça zevkli bir seçim olarak görünüyordu, zamanımız kalmadı ancak ne zaman görsek dolu olduğundan tercih edilen bir mekan olduğunu siz de gittiğinizde farkedeceksiniz. Dondurma için de Ballım Dondurma ve Muco Dondurma, her ikisini de çok beğendik ne yalan söyleyeyim 😊 Normalde meyveli dondurma pek tercih etmem ama keçi sütü ile yapıldığından çok beğenerek yedik oğlumun seçimi ile.

Küçükkuyu mekan önerilerinin ardından rotamıza devam edebiliriz, giriş ücreti 10 TL olan Şahindere Kanyonu´na aracımızı parkettikten sonra bir hevesle trekking yapacağız diye başlandık derenin kenarından yürümeye ancak su seviyesi oldukça yüksek olduğu için karşı hatta geçemedik. Belki bir dahaki sefere diyerek yönümüzü kanyonu tepeden göreceğimiz Altınoluk Cam Seyir Teras´ına çevirdik.  Şahindere Kanyonu´ndan 30 dakikalık bir yol sizi bekliyor, uzun olmasının sebebi yolun biraz zorlu dik ve dar olması, aklınızda olsun. Yolu yapmışlar gayet güzel ama son bir kilometrelik kısmında yol inşaatı tamamlanmamış olduğundan mıcır yolda gittik, sizin gittiğiniz dönemde muhtemelen bu kısım da tamamlanmış olabilir 😊 Vardığınızda deniz seviyesinden 836 metre yükseklikte olan cam teras üzerinde tepeden kanyonu ve Edremit Körfezi´ni görebilirsiniz. Burada bir detay eklemeden geçemeyeceğim, ben kafamı aşağıya çevirdiğimde bile içim dışıma çıkacakmış gibi hissederken Ekin´in defalarca üzerinde koşturmasına ne demeli… Hep böyle korkusuz cesur ol oğlum 😊

Aracı park ettiğiniz yerden ayrıca farklı trekking parkurları da mevcut, bunlar için tabi en az bir gününüzü ayırabiliyor olmanız kritik, gidiş dönüş en az 20 km sizleri bekliyor 😊

Bu rotada gezilecek yerlerden bir diğeri Sarıkız Türbesi, hikayesi çok hüzünlü, Kaz Dağları´nın en yüksek zirvesi olan Sarıkız Zirvesi´ne gidiş oldukça meşakkatli, öncelikle siz siz olun bizim yaptığımızı yapmayın, sakın Pınarbaşı köyü´nden girmeyin, yol çok bozuk! Mehmetalan tarafından giderek Kazdağı Milli Park girişine geldiğinizde 65 TL araç ücreti ödeyerek 23 km´lik nispeten daha nizamlı bir yolda tırmanışa geçiyorsunuz. Milli Park girişindeki görevli zirveye vardığımızda 2 km´lik bir yürüyüşün bizi beklediğini ve en geç de 17:30´da çıkışta olmamız gerektiğini söyleyince bir gitgelimiz olmadı değil, ancak vazgeçmeyip çıktık zirveye. 1750 metre yükseklikte zirvede kar yağışı da gördük, kardelen de gördük, yerlerde öbek öbek kar da gördük ama türbeyi ziyaret edemedik zaman darlığından ötürü. Buraya da aslında yine tam bir gün ayırabilmek güzel olabilirdi tam layıkıyle gezebilmek için, aklınızda olsun. Öyle havasını bir soluyayım, oksijeni tüm hücrelerimde hissedeyim, yürüyüş yapmasam da yeter diyorsanız Milli Parklar girişinde sakın vazgeçmeyin, aracınız ile tırmanışa devam edin 😊

Evet şimdi gelelim Kaz Dağları denildiğinde, akla gelen ilk iki yere, Hasanboğuldu Göleti ve suyun 17 metre yükseklikten düştüğü  Sütuven Şelalesi. Hikayesi yine ayrı hüzünlü bu doğal güzellikler eşliğinde yürümek, bol oksijeni içinize çekmek kesinlikle yapılması gerekenler arasında.

Rotamıza son dakikada  mekan önerileri konusunda kendisine çok güvendiğim Naz Kavas sayesinde eklediğimiz Kayalar Köyü sanki yurtdışında bir köydeymişsiniz gibi hissettirebilir. Köy´ün içinde yer alan Avlu 124 sanki Yunan Adaları´nda bir köy kahvesi gibi. Saat 4´de herşey tükenmişti, yiyecekler konusunda bir yorumumuz yok bu nedenle, kahveler Montag´dan, sırf ortam ve ambiyans için o kadar yol gitmeye değer 😊


Yeşilyurt Köyü de bir diğer uğrak yerlerinden biri, Adatepe´ye kıyasla daha büyük, yiyecek/içecek opsiyonu daha fazla. Özellikle köy meydanında yer alan Yeşilyurt Köy Konağı´nda kahve içerek küçük bir mola vermek çok keyifli.  

Gezimizin son duraklarını Troya Antik Kenti´ni ve Hamidiye Tabyası Çanakkale Savaşları Tarih Müzesi´ni arkeolog babamız ile adımlayarak, ardından da Çanakkale Merkez´de gurme mekanları turlayarak geçirdik. Siz siz olun, hele bayramda gidiyorsanız yürümeden önce mekanı arayarak açık olup olmadıklarını kontrol edin, bayram sebebi ile kapalı olan Şirvan Döner´i deneyimleyemedik, bir sonraki sefer için hakkımızı baki tutarken Aynalı Çarşı girişinde keşfettiğimiz 1890 Burger denemeye kesinlikle değer, not edebilirsiniz. Lezzetli hamburgerin ardından Naz´ın önerisi üzerine gittiğimiz Beige Coffee´de keyif yaparak bir seyahatin sonuna gelmiş olduk. Özetle bu seyahatin bize bıraktıkları güzel fotoğraflarımız ve bir sonraki kısa tatil için Çanakkale´nin diğer kıyılarını gezmek üzere plan yapma fikri oldu 😊 Bir sonraki rotaya kadar görüşmek üzere!

Ekin anaokulunda en yakın arkadaşlarından birinin vasıtasıyla yüzmeye başladı Ekim ayının başında… O güne kadar biz ebeveynleri olarak, arka sokağımızdaki tenis kursuna yazdırmaya çalışıyorduk, en az 2 kere kapısından döndük, yoook istemiyorum ağlamalarına dayanamadığımız için de pes ettik, dedik ne zaman kendi canı spor aktivitesi isterse o zaman tekrar deneriz, zorlamayalım… Bunu derken de içimdeki ses şunu söylüyordu, yaşıtları nasıl ikna oluyordu hemen bu tür spor aktivitelerine, bizimkinde bir hata mı yapıyoruz diye içsel sorgulamaların ertesi haftasında, bizimki geldi dedi ki, ‘Utku, yüzmeye gidiyor, babası beni de götürebilirmiş’…Ve işte o an gelmişti, içinden gelmişti, o haftasonu yüzmeye başladı, bize de göründü Şerifali yolları tabi 😊 Yüzme dersi için ücretimizi hocamıza öderken hocanın söylediği tek bir cümle de bende bir anda aydınlanmaya sebep olmuştu. Çocuğunuz için yaptığınız yatırım hayırlı olsun… Ne kadar güzeldi söylediği aslında, o ana kadar yüzmeyi bir masraf kalemi olarak görürken, Ekin´imin geleceği için yatırım olarak görmeme yardımcı olmuştu.

Şimdi tüm bunların Palandöken gezisi ile ne ilgisi var diyebilirsiniz 😊 Haksız da sayılmazsınız, yazının sonunda daha anlaşılır olacağını ümit ediyorum 😊

Nerelerde yenir, nereler gezilir detaylarını fazla bulamayacaksınız bu yazıda, baştan uyarayım 😊 Zaten google´da arayıp rahatça bulabileceğiniz içerikler bunlar, en azından aklımda olanlar ve deneyimlediklerimiz hakkında hızlıca yazarak başlayayım, Koç Cağ Kebap Restoranı ve Erzurum Evleri yemek için kesin gidilecek yerler arasında… Cağ kebabı beni biraz aşan bir lezzet yağlı olmasından ötürü, ama denemeden de olmazdı, Berkay bayılarak yerken Ekin bir lokma bile yiyemedi yoğun karabiber tadından ötürü. Ayran aşı çorbası, lor dolması, ekşili yaprak sarma, kavurma çullama gibi birbirinden farklı ev yemeği lezzetlerini birarada sunan Erzurum Evleri´ni, bizi Riga´da gittiğimiz Rozengrals Restaurant´a ışınladığı için daha ayrı sevdik.

Gezilecek yerler arasında da temelde Erzurum Evleri´nin hemen yakınında bulunan Erzurum Kalesi ve Çifte Minerali Medrese ile Koç Cağ Kebapçı´sının hemen çaprazında yer alan Erzurum Kongre Binası´nı sayabilirim. Seyahatimizin temel amacı kaymak olduğu için çok fazla kültür gezisi yapamadık ama Ata´mıza saygımız, sevgimiz ve minnetimizden ötürü elbette Erzurum Kongre Binası´nın önünde oğlumuz ile birlikte fotoğraf çekilerek anı köşemize yenisini ekledik.

Görülecek yerler arasında sayılmasa da işinize yarayacak bir bilgi olması niyetiyle bir yer daha ekliyorum buraya 😊 Palandöken Nüfus Müdürlüğü güzel bir bina, yakın zamanda bu yenilenmiş binaya taşınmışlar, olur da siz de pistlerde kimlik kaybedecek olursanız, aman aklınızda olsun, uçağa kimliksiz binebilirim nolcak ki demeyin, yol yakınken bir an evvel kimlik başvurunuzu yapmak için randevunuzu alın. Başvuru ücretleri de kesinlikle özel bankalardan alınmıyor, Nüfus Müdürlüğü´ne gitmeden önce mutlaka Ziraaat Bankası veya Halk Bankası gibi bankalardan ödemeyi halledip makbuzunuzu alın, bir de aman ha boşuna gişeden numara alıp sıraya da girmekle vakit kaybetmeyin, direkt ATM´den halledilebiliyor 😊 Berkay bu işlerin koşturmacasındayken Nüfus Müdürlüğü´nde bizlere yardımcı olan sevecen ablamızın da yeri ayrıdır bizde, başka bir memur olsa belki de gidin tekrar randevu alın diyebilir ve Erzurum´da mahsur kalabilirdik bir sonraki randevu için en az 15 gün beklememiz gerekeceğinden… Mahsur mu kalırdık yoksa kayak cennetinde kalacağımız için tatlı bir serüvene mi dönüşürdü hikaye emin de olamadım, ama işimiz gücümüz var kendine gel Işıl, eve dönülmesi şart😊 Neyseki yardımsever görevli memur sayesinde operasyon başarıyla tamamlandı.

Artık pistler ile ilgili hikayeye dönme zamanı geldi…

Palandöken öncelikle Erzurum´un tam kalbinde, havaalanından ise sadece 25-30 dakika mesafe uzaklıkta konumlanan bir kayak merkezi. Uçaktan inip bagajlarınızı topladığınız gibi taksiye atlamanız durumunda aslında 1-2 saat içerisinde kendinizi pistlerde bulmanız mümkün😊 Bütçenize uygun farklı farklı oteller var, hatta şehirde kalıp her gün gelip gitmek de mümkün, daha hesaplı da olabilir, ama gün içerisinde kalınan otelin piste yakın olmasının verdiği rahatlık da apayrı, en azından arada odaya gidip ıslananları kurutmak için mola vermek bile o an büyük oranda konfor ve rahatlık demek…

Ekim ayıydı sanırım bizim bu planı yaptığımızda, o zaman öğrenmiştik ki Ekin´in anaokulu da Ocak ayındaki sömestr tatilinde 2 hafta kapalı olacaktı. Ekin´i tanıyanlar bilir, 2,5 yaşından beri Osman dayısının kucağında hoplayarak zıplayarak izlemeye başladığı kayakla atlama, Ekin için sonradan bir tutkuya dönüştü. Evde minderlerden yapılan atlama kulelerinden, ayağına takmak üzere ahşap, oyuncak, gazete, çıta gibi birbirinden farklı malzemelerden yapılan kayak malzemelerine kadar farklı görüntülere tanık olduğumuz güzel bir dönem… Kayakla atlama milli sporcumuz Fatih Arda İpçioğlu´nun dünya çapındaki yarışlarda ilk giydiği formayı bize göndermesi…Ekin´in o yaşta farklı ülkelerden kayakla atlamacıların isimlerini ezbere bilmesi, biz daha yazıyı okumadan, kasklarından kim olduklarını anlayıp isimlerini doğru olarak telaffuz etmesi… Bu kadar tutkuyla izlenen bir spora dair de bir program yapamayışımız malum pandemiden ötürü… Ama işte o an, o fırsat gelmişti… Sömestr tatilinin ilk haftasını kayak tatili yapmak üzere kollar sıvanmıştı… Hem bu tarihte kesin kar olur diye düşündüğümüzden hem kayakla atlama milli sporcularımızın memleketi olmasından hem de kayakla atlama kulesi olan nadide şehrimiz olmasından ötürü rota elbette Erzurum olarak belirlenmişti…

Kuzunun artık hayalleri gerçek olacaktı, kaymayı gerçek koşullarda öğrenecekti 😊

2023 yılı malesef kar açısından çok bereketli başlamadı pek çok kayak turizmi yapan belde iptallerle kötü etkilendi, Palandöken´in en büyük avantajı olan suni kar teknolojisi sayesinde tatilimizi iptal etmeden planımıza olduğu gibi devam ettik…

İlk vardığımız gün bir ders aldı Ekin otelin kayak hocalarından, ayağına taktığı gibi kaydı diyebilirim, evdeki iptidai koşullarda yaptıkları ve izledikleri sanırım bedenine işlemişti bile 😊

Ertesi gün 2. dersini Ejder Zirvesi´nden inerek yaptı yine hocası ile beraber. O dersin ardından da tüm tatil boyunca Ekin en önde tam gaz atom karınca misali biz de peşinden giderken bulduk kendimizi 😊 Snowboard yapmayı seven biri olarak, kayma keyfini oğlum ile beraber yaşadığım için bu keyif kat be kat arttı doğal olarak… İşte  o anlardan birinde geldi aklıma yazının başında anlattığım hikaye… Evet yaptığımız masraflıydı ama oğlumuza yatırımdı, oğlumuzun anılarında zenginlikti…Ve kesinlikle değerdi 😊

Hele şimdi anlatacağım kısım hepsine değerdi…Kayakla atlamacı milli sporcumuz İrfan Çintimar ile ilk buluşma anımız, Ekin´in sanki yıllardır tanıyormuş gibi İrfan abisinin boynuna sarılması, İrfan abisi ile beraber kaydıkları anlar, onun sözlerini nasıl dinleyişi, takip edişi… Tüm bunlar inanılmaz keyifliydi Ekin için, bu keyifli anları yaşattığı için de İrfan abimize bir kez daha sonsuz teşekkürler… Bir arkadaşımın dediği gibi; Ekin kahramanıyla tanıştı, kahramanıyla hayran olduğu sporu yaptı…. Bundan daha güzel ne olabilirdi, bu ana paha biçilebilir miydi?

Kazasız belasız çok keyifli geçen bir kayak tatilinin ardından çok güzel anılar kaldı bize, fotoğraflar da ölümsüzleştirdi o anları 😊 Seneye Erzurum yine görüşürüz ama bu sefer umarım iklim normallerinde doğal karlı olarak elbette 😊

Bu yazı vesilesiyle de bir ricam olacak, kayakla atlama milli sporcularımızı izleyin, izletin, o kadar çok fedakarlık, o kadar çok özveri var ki arkasında o yapılan tüm antrenmanların, diyetlerin, çabaların, eforların…Fatih Arda İpçioğlu, İrfan Çintimar ve Muhammed Ali Bedir… Çok zorlu bir branşta çok zorlu koşullarda ülkemizi temsil ettiğiniz için sizinle gurur duyuyoruz 😊 #uçantürk #kayaklaatlama (Ekin´in meşhur olduğu video da anı olarak kalsın burada 🙂 https://www.youtube.com/watch?v=-CxlwcJZPoA)

24 Kasım 2020´den beri ilk defa yeniden seyahat yazısı ile karşınızda olduğum için çok ama çok mutluyum. Bir önceki yazımı tekrar okuyunca şükrettim, Covid salgını yüzünden pek çok şeyden mahrum kalan susam tanem için güzel bir gelişme oldu, yeniden anaokuluna başladı, en azından başlatma cesaretini bulduk aşılanınca… Okula gideceğini söylediğimizde bu haberi sevinçle karşılayan kuzunun 2. günde tam ters yönde değişmesi her ne kadar beni korkutsa da bir şekilde yoluna girecek diye ümidediyorum. Bir gün öncesinde diğer arkadaşlarının eşlik ederek söylediği bir şarkıyı, bizimki hiç bilmediği için, o anda nasıl bir duyguya kapıldıysa ağlamakla sonuçlanması ve ertesi gün okul yolunda ‘okula gitmek istemiyorum, ağlamak istemiyorum, okulu bugün pas geçelim, evimi özledim, daha tatilden yeni döndük evimi özledim’ iç çekmeleriyle, okula yaklaştıkça neden okul yolundayız, okula gitmek istemiyorumları takip eden pusetin gitmesini ayağını yere sürterek engelleme çabaları ve salya sümük haykırışların da eklendiği bir sürecin sonunda gözler yaşlı bıraktım okul görevlilerinin eline kuzucuğumu… Amma zormuş bu süreçler… Mutsuz mu ediyorum yoksa alışması için zaman mı vermeliyim yoksa üstelemeden akışına bırakıp eve mi alsaydım hesaplaşmaları arasında yan apartmanın garajında gizli gizli ağlamasını dinledim ve sustuğundan emin olunca yoluma devam ettim aklım okulda kalarak… Umarım en kısa zamanda mutlu mutlu, eğlenerek vakit geçireceği keyifli bir eğitim yılı olsun ve bir an evvel okuluna ve arkadaşlarına adapte olsun diyerek kuzunun evini özlemesine sebep olan tatilimizden bahsedeyim şimdi 😊

Her zamanki gibi tatil planımızı cennet ülkemiz Türkiye´nin güzel yerlerini keşfetmek üzere oluşturduk. Malum pandemi ve dolar kuru sebebi ile de yurtdışı seyahat planlarımızı sandık altı yapmaya devam gibi görünüyor, neyse sayesinde daha önce gitmediğimiz güzellikleri yakalama fırsatı buluyoruz. Son zamanlarda adını çok da duyduğunuz Karaburun ve Mordoğan kıyılarına rotamızı çevirdik biz de bu sefer.

Öncesinde nerede konaklayacağımız ile ilgili araştırma yaparken bulduğum ve önerilerine güvendiğim Naz Kavas´ın tavsiyesi üzerine konaklama yeri olarak Saklı Konak´da karar kıldık. Nasıl olsa her gün farklı bir koy keşfedeceğim, biraz daha dağ havası soluyarak konaklayabileceğim, biraz da konak nostaljisi yaşayabileceğim yer önerisi isterseniz, Saklı Konak bunlara birebir. Çok güleryüzlü Köse ailesinin işlettiği Saklı Konak, aslında 18. yüzyılın sonlarında inşa edilen ve o zamanın ileri gelenlerinden Murat Ağa ve ailesinin yaşadığı bir yermiş. Ölümünden sonra da öğrenci yurdu ve ardından tekel binası olarak hizmet veren bu tarihi yeri, 1985´de Köse ailesi alıp, her bir yerine harika dokunuşlar ekleyerek çok keyifli bir yere dönüştürmüşler. Son 6 yıldır da otel olarak işlettikleri konak, Evdeki Yabancılar isimli uzun metrajlı sinema filminin de çekimine evsahipliği yapmış, bu filmi izlemek şart oldu artık 😊

Saklı Konak haricinde koyları gezerken yakından görme şansımız olduğu için içlerinden önerebileceğim birkaç alternatifi de paylaşayım hemen… Eğer illa deniz kenarı olsun, sabah uyandığım gibi yüzümü yıkamadan kendimi doğru denizin içine atmak istiyorum, iyot kokusunu solumalıyım diyenlerdenseniz de Mordoğan´da bulunan Üzüm İskelesi Butik Otel, Boyabağı Plajı´nda bulunan Maki ve Kuyucak Plajı´nda bulunan Kıyı Butik Pansiyon alternatif yerler olabilir konaklama açısından…

Her nerede konaklarsanız konaklayın, her gün kendinizi farklı bir koyun güzelliğine atabilirsiniz. Yarımada çok enteresan bir yapıya sahip, Foça´yı izleyen kıyısı, Midilli Adası´na bakan kıyısı ve Sakız Adası´na bakan kıyısı olmak üzere boydan boya gerek bakir, hiç tesis olmayan yerlerde sessizliğin tadını çıkarabilirsiniz, gerekse Çeşme ve Bodrum´a oranla daha mütevazi olan tesislerinde gününüzü keyifle geçirebilirsiniz.

Bu gezimizde sadece Foça´yı izleyen kıyılarını keşfetmeye vaktimiz olduğundan, buradaki koylara yer verebileceğim, ama kim bilir belki de bir sonraki yazımda diğer kıyıları hakkında olur, gezmek için al sana bahane 😊

İlk günki İstanbul´dan Karaburun´a yolculuğumuzda bir daha ne zaman fırsatımız olur, en iyisi vakit varken uğrayalım dediğimiz Urla´da – muhtemelen tatilin ilk gününden +5 kg ile başlamış olabiliriz 😊- yaklaşık 2 saat süren ziyaretimizde önce Luna Romano´da çeşit çeşit pizza deneyimleri, ardından Sanat Sokağı´nda boylu boyunca yürüyüş ve Selanik Pastanesi´nde üzerinde dondurma ile servis ettikleri supangle ve bademli kazandibi ile de altın vuruşu yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Varışımız akşamüstünü bulunca Saklı Konak´a en yakın olan Mimoza Koyu ile koy turlarımızı başlatmış olduk. Burada bulunan Ergin Pansiyon´un mutfağı konusunda övgüler duymuştum, pandemi sebebiyle günübirlik girişler için rezervasyon gerektiğinden ve rezervasyonumuz olmadığından hemen kıyıda kamp sandalyelerimizi attık, malum biz tıka basa doluyduk, kuzu nedense bizim yediklerimizi yemeyi tercih etmeyerek sağlıklı sağlıklı elma kırtladı yol boyunca, hiç anasına babasına çekmemiş allahtan abur cubur konusunda 😊, Ergin Pansiyon´dan paket olarak sipariş ettiğimiz köfteyi Ekin beğenerek yedi, yani lezzet testinden geçti diyebilirim, şaka bir yana, bizim fırsatımız olmadı mutfağını deneyimlemek için ama bir sonraki gidişimiz olursa kesinlikle aklımızda… Koyun denizi biraz sazlık, eğer ayaklarınıza yosunların dolaşmasından haz almıyorsanız, biraz üzebilir, ama hem sıcaklık derecesi iyi hem de açıklara yüzmesi keyifli olan bir sahil, çocuklar için de denizden girişi nispeten kolay. Ama genel olarak bu taraflara geldiğinizde deniz ayakkabısı tüm koylar için şart, ah deniz kestanesi battı, vah taş canımı acıttı dememek için…😊

Mimoza´dan sonra 2. günümüzde keşfe gittiğimiz Boyabağı Koyu, gezdiklerimiz arasında en çok beğendiklerimizden biri oldu, park yeri bulmak biraz zor, yolu hem yokuşlu hem de puf puf her adımınızda ayaklarınızı batıracak kadar tozlu, ama eriştiğinizde denizin rengi tüm zorluklara değer 😊 Çocuklar için denizden girişi biraz zor, ama kucağınıza alıp ilk taşlık kısmı atlattığınızda oldukça sığ olan kısım kumluk, dilerseniz top veya frizbi oynayabilir, dilerseniz 4 yaşındaki kuzumuzun yaptığı gibi denizin içinde yürüyüş yapabilirsiniz 😊 Tesis olarak Maki ve Özen Café olmak üzere 2 ayrı mekan mevcut, Maki´yi konaklama için de araştırdığımızdan hakkımızı o yönde kullandık ve gayet de memnun kaldık. Çoğunlukla kadınların işlettiği ve kadının elinin değdiğinin belli olduğu mekanın özel ve leziz hamburgerini yemeden dönmeyin 😊

3. günümüzde sahili daha geniş ve daha uzun olan Manal Koyu´na geçtik, iri taşların olduğu sahilde denize giriş için deniz ayakkabısı yine ideal olur, karşınıza denizi aldığınızda plajın en sağ köşesine giderseniz, o taraf çocuklar için daha uygun, kumlu olması açısından. Sazlıkların olmadığı, denizin pırıl pırıl olduğu çok güzel bir koy, kesinlikle bir günümüzü burada geçirmeye değdi.

4. günümüzde ise tatilimizin son gününde de vakit geçirmeyi yine tercih edeceğimiz favori plajımız olan Ayıbalığı Koyu´nu ziyaret ettik. Hem girişi güzel, hem tertemiz, hem rengi harika, hem yüzmesi çok keyifli bir koy. Tesis olarak Seal Beach ve Alya Beach olmak üzere 2 alternatif var, çocuklu iseniz Alya´nın önünü öneririm. Ama çocuksuz iseniz Seal Beach´in önündeki kayalıkların yapısı özellikle bize Milos Adası´ndaki Sarakiniko´yu andırmasıyla gönlümüzü fethetti aslında, ama biz tabi çocuklu kontenjanından Alya´nın plajını tercih ettik😊

5. günümüzde internet araştırması sırasında bir sayfada tesis olduğunu okuduğum için Eşendere yakınındaki Akbük Koyu´na doğru gidelim dedik ama gittiğimizde oranın yerlisinden, bu araba ile oraya gidemezsiniz bilgisini alınca o hayalimiz suya düştü tabi. Alternatif olarak Eşendere´den günübirlik tekne kiralayarak denizden gidebilirsiniz, ama yanınızda yiyecek ve içecek almak kaydıyla elbette 😊 Bir sonraki gün gitmek için planladığımız koya doğru devam ettik o gün… Kuyucak Plajı, taşlı plaj sevenler, kuma yapış yapış olmayı sevmeyenler için oldukça ideal, denizi tertemiz ve yüzmesi çok keyifli. Belediye´nin şemsiyeleri altında kendiniz de ücret ödemeden takılabilirsiniz ya da Narkissos Beach´in tesisinden faydalanabilirsiniz. Benim için tek olumsuz tarafı, denizde yüzerken kıyının arkasındaki doğayı ve manzarayı izlemeyi seven biri olarak arka planda araba yolunun ve akan trafiğin görünmesi… Bunun haricinde denizinden çok memnun kaldığımız bir koy oldu. Aktivite olarak da kano kiralayarak karşısındaki Büyük Ada´ya gitmek mümkün, aklınızda bulunsun.

6. günümüz için de yine aklımızda olan bir plan vardı ama dalgalı olduğu için pek keyif almadığımız Çakmacık Plajı´na şöyle bir gözattıktan sonra diğer görmek istediğimiz İncirliköy Akvaryum Plajı´na döndük, ama orada da tam plaja inerken birisinin denizanası çarpması yaşadığını söylediğini duyduğumuz gibi doğru arabaya atlayıp, biz yine daha önce keyif aldığımız plaja doğru yol alalım dedik 😊 Tatilimizin son 2 gününü ise en çok beğendiğimiz Ayıbalığı Koyu ile Boyabağı Koyu´nda sonlandırmış olduk.

Karaburun ve Mordoğan´da nerede yenir, ne içilir kısmına dair fazla sayıda çok yer deneyimlemedik, ama hepsinden çok memnun kaldık, işte bazıları:

  • Karaburun İskele´de
    • Zeybek Café´de mantı,
    • İsmet´in Yeri İskele Restoran´da gündüz tanıştığımız İzmirli birinden kopan kefal balığının tam mevsimi, mutlaka denemelisiniz tavsiyesi üzerine balık ve meze,
    • Giritli Meyhane´de rakı eşliğinde meze,
    • Çağlayan Café´de dondurma, özellikle çikolatalı dondurma,
    • Yakamoz Café´de harika çalan müzik eşliğinde bilimum alkollü içecekler, – çocukla giderseniz pusette uyutup bu keyfi yaşamanızı kesinlikle tavsiye ederim 😊
    • Karaburun İskele yoluna yakın Altın Tencere´de mideniz hamur işlerinden yoruldu ise mis gibi bir çorba,
  • Mordoğan´da;
    • Sahil kenarında Askip Pide Kebap´da pide,
    • Pazarlama işini bilen ve çocukların ilgisini hemen yakalamaya yönelik etiketleme yöntemini çok etkili kullanan Roma Dondurmacısı´nda dondurma, – bizimki tabi hemen Batman´i seçti 😊

Yaz sezonunu kapattığımız bu keyifli tatilin ardından güzel anılar kaldı geriye…. Umarım seneye kaldığımız yerden devam edebilir, sağlıkla bu beldenin diğer kıyılarını ve koylarını gezme fırsatı bulur ve yeniden bloguma yazı yazmak için bahanem olur diyerek bir sonraki yazıma kadar kendinize iyi bakın ve hoşçakalın 😊

Öyle güzel bir yer keşfettik ki bu gezimizde, anlatmakla bitmez…

Bu aralar iş ile ilgili olarak hep bir ‘check list’, ‘to do list’ modunda olunca konuya girişimi de şöyle yapayım dedim izninizle 😊

Tatil planı mı yapılacak?

Bizim evde tahmin edeceğiniz üzere bu konuda elebaşı bendeniz.

Ne tatili istiyoruz?

Deniiizzzzz, bol bol yüzmeli dalmalı deniz tatili…

Nerede olsun peki bu tatil?

Burada da şöyle bir yöntemi takip ediyorum, güzel Türkiye´mizin cennet köşelerini yakalamak için de birebir 😊

Hemen bir google map aç.

Bak bakalım hangi sahillere daha önce gidildi.

Gidilmeyen sahilleri zoomla.

Bak bakalım sahilin denizine, açık deniz mi yoksa koy mu? Bu kısım eğer bebekli tatil yapıyorsanız çok ama çok kritik!

Zoomlanan sahilde hangi iller, ilçeler, beldeler var, bir bak.

Gelişigüzel bir tane seç ve başla google´lamaya ve blogları/yorumları okumaya…

İşte bu takip edilen yöntem sonucunda seçilen şanslı beldemiz Milas´a bağlı Ören oldu.

Karşıma çıkan blog yazıları arasında okuduğum bir tanesi var ki, tam ‘ihtiyaç duyduğum tatilde’ olmasını istediklerimi söylüyordu ballandıra ballandıra. Öncelikle yazısı için blog yazarına teşekkürlerimi borç bilirim, kendisini takip etmek isteyenler olursa da, linki burada paylaşıyorum 😊 Keyifli takipler şimdiden 😊 https://www.seyahatimgeldi.com/oren-gezi-rehberi/

Ve işte böylelikle Kurban bayramı tatilimizin rotası belli olmuştu. Ören ile başlayan ve araba ile ulaşabileceğimiz o sahil şeridindeki Akbük ve Mazıköy´ün de dahil olmasıyla BOL denizli harika bir deneyim oldu diyebilirim. Eğer;

  • Sakinlik, salaşlık tarzımdır;
  • Mükemmel bir deniz olsun, denizin sıcaklığı bebekli tatil için uygun olsun, bebeğimin/çocuğumun oynayabileceği taşlık plajı olsun;
  • Gece hayatı ile işim olmaz;
  • Öyle beach olsun, kokteyller havada uçsun değil de halk plajı olsun, temiz olsun, kafamda sürekli ne içeceksiniz ve yiyeceksiniz soruları ile darlayan personel olmasın

diyorsanız Ören tam size göre bir yer olabilir!

Ören´e geldiniz, peki nerede kalacaksınız?

Yine daha önce bahsettiğim blog yazısında ismi geçen yere hiç tereddüt etmeden rezervasyonumuzu yaptırmıştım ve iyi ki de tereddüt etmemişim, gayet memnun kalarak ayrıldık mekandan. Martı Pansiyon, eğer pansiyonda kalırım diyenlerdenseniz, 30 yıldır hayatta olan aile işletmesi hem güleryüzlü ekibi hem butik otel konseptine yakın tasarımı hem de temizliği ile kesinlikle tercih edebilirsiniz, ama elbette başka alternatifler de mevcut kesenize bağlı olarak…

Ören´de nerede yenir?

Bizim favori mekanımız Nezih Pide oldu akşam yemekleri için. Hem sulu ev yemekleri hem pide çeşitleri ile farklı seçenekleri birarada bulabileceğiniz ve çimlik bahçesi üzerinde masalarda yemek yeme fırsatı sunan mekan çok dolu oluyor, yemekler gayet güzel, sadece çok yoğun olduğu için biraz beklemeniz olası, çalışan personel o kadar güleryüzlü ve aktif ki onların koşturmacasını görünce sakin sakin beklemenizi tavsiye ederim, o sıcakta zaten koşturuyorlar, onları da anlamak lazım malum 😊 Pide yemek isterseniz de yumurta, tulum peynir ve kaşar peynir ile hazırlanıp üzerinde kaymak ile sunulan Bozdoğan pide´ye mutlaka bir şans verin derim, öyle kaymak maymak duyunca hemen vazgeçmeyin 😊

Dondurma için bir sürü Maraş dondurması yiyebileceğiniz sahil boyunca mekanlar var ama eğer daha el yapımı dondurma yemek isterseniz Meşhur Adalı Dede Dondurmacısı´nı deneyebilirsiniz.

Gündüz halk plajı olarak gördüğünüz ve günlük 10 TL´ye şezlong ile şemsiye temin edebildiğiniz sahil, akşam hazırlıkları ile bir anda restoranların masaları ile bezeniyor. Bebekle gezince biz hepsini deneyemedik tabi, Eftalya Restaurant´ın mezeleri ve çuprası gayet lezzetliydi, tavsiye ederim, tek ilave edeceğim not, mezelerin porsiyonu oldukça büyük, sipariş verirken yavaş gitmenizde fayda olabilir, uyarmadı demeyin 😊

Gündüz sahilde akşam 5 çayı eşliğinde güzel kurabiyeler ve kekler yiyeyim derseniz de iki farklı yer var, ikisinin de ürünleri çok lezzetli ve taze. Sadece onları yiyerek bile yaşanır, o derece güzel yani 😊 Beyaz Fırın ve Doyalım Fırın Cafe….

Ören´e gitmişken neler yapılabilir?

  • İlk sırada elbette bol bol yüzme var yapılacaklar arasında. Eğer denize girdiğiniz gibi derinleşen sulara bayılıyorsanız, kesinlikle doğru yerdesiniz!
  • Yamaç paraşütü yapmak isterseniz Ören Doğa Sporları ile irtibata geçebilirsiniz.
  • Tekne turu yapmak isterseniz Ören´den hareket eden iki farklı gündüz turu var, ancak teknenin büyüklüğü sebebi ile biz tercih etmedik. O yüzden yapılacaklar listesine alternatif olarak her ne kadar eklesem de bangır bangır müzik ve kalabalık sevmiyorsanız bunu pas geçebilirsiniz 😊 Ama Sedir Adası´na da gitmek için tek seçenek bu turlardan birine katılmak gibi görünüyor, sırf o açıdan tercih de edilebilir.
  • Aracınız ile seyahat ediyorsanız Akbük, yakın gidebileceğiniz güzel koylardan biri. Ancak sahili çok dar olduğundan, hele bir de bayram zamanı gidiyorsanız, erkenden gitmenizi öneririz. Sahildeki mekanlar arasında en sakini ve en keyifli görüneni Tahta Beach kendine özel otoparkı olması sebebiyle bizim seçimimiz oldu. Dereden akan soğuk tatlı su sebebiyle denizin sıcaklığı Ören´e nazaran biraz daha serin ama denizin tuzluluk seviyesi daha az olduğu için yüzünüz gözünüz çok tuza bulanmadan yüzmek oldukça keyifli, sahilin kalabalıklığına ragmen, arkada çam ağaçları manzarası eşliğinde masmavi sularda yüzmeyi kesinlikle bir günlüğüne de olsa denemelisiniz.
  • Akbük´den sadece 20 dakika uzaklıkta olan Azmak yine gidebileceğiniz yerler arasında. Daha önce gezip görme şansımız olduğu için bu sefer pas geçtik ama sizin aklınızda olsun 😊
  • Ören´e yakın Türkevleri ile Çökertme denize girmek için tercih edilebilecek yerler arasında, ancak Ören ile karşılaştırınca Ören´in denizini tercih ettiğimiz için günümüzü buralarda harcamadık ama vaktiniz varsa deneyebilirsiniz.
  • Ören´den yaklaşık bir saatlik uzaklıkta olan Mazıköy´ün denizini mutlaka öneririz, yemyeşil doğanın masmavi deniz ile buluştuğu bu küçük koydaki Mavi Yeşil Bungalow Pansiyon´u mutlaka tavsiye ederiz, hatta konaklama için bile düşünebilirsiniz 😊
  • Deniz tatiline biraz da tarih dokunuşu katmak isterseniz de Iasos Antik Kenti ile Labranda Antik Kenti uğrak yerlerinizden bazıları olabilir, aklınızda olsun…

Ve bir tatilin, hatta bir tatil yazısının daha sonunu getirmiş oluyoruz böylelikle, bir sonraki bebekli tatilimize kadar hoşçakalın 😊 Umarım bu yazıyı okuyunca sizde de Ören ile ilgili hoş duygular uyandırmışımdır, eğer gidip Martı´da da konaklarsanız bizden selam iletirsiniz 😊

Yazıma şu cümle ile başlamak istiyorum… Kurumsal hayat candır… Varsa kurumsal hayattan sıtkı sıyrılan, gelip beni bulabilir, kendi işinin sahibi olduğu dünyayı da deneyimlemiş biri olarak eğer çalıştığın bir kurum var ise, avantajlarını sayabileceğim bir dünya liste sayabilirim size.. Ve listenin en başına da muhtemelen gezmeyi seven bizler için sahip olduğunuz tatil günlerini koyabilirim. Hele bir de Pazartesi ya da Cuma gününe denk gelen resmi tatiller ile birleştirilen haftasonları ile oluşan kısa tatiller ilaç gibi gelir. İşte bu tatil rotamız da bu şekilde doğdu zaten… Uzun zamandır hayalimde olan lavanta tarlalarını sanal alemde görmekten öteye gidip kendim deneyimleyebilecektim artık.. Lavanta kokulu köyün içerisinde buram buram kokan lavanta kokusunu içime çekebilecek, tarlalar arasında oğlumuzun, kendimizin ve tabiki lavantaların fotoğrafını yakından çekebilecektim. Internet araştırmalarından gideceğimiz tarihin de nispeten uygun olduğunu anlayınca hemen yapıştırdık bu tatili 3 güne… Evet 3 gün için o kadar yol uzun gelebilir gözünüze ama kesinlikle son damlasına kadar değdi, kesinlikle tavsiye ederim 😊 Bunu biz bir de 2 yaşında çocuk ile yapabildiğimize göre siz düşünün, o kadar da zor değil yani 😊

Önce Lavanta Kokulu Köy´e nasıl gidilir ile başlayalım bakalım… Isparta´ya uçak ile gidip oradan araç kiralayarak gezebilirsiniz, elbette bu bir seçenek ama kendi aracınızla giderseniz de yolculukta göreceğiniz manzaralar seyahatinize daha fazla keyif katacaktır, hatta güzel sürprizler bile bekliyor olabilir sizi… O yolu çok gitmişizdir, daha önce dikkatimizi çekmemiş de olamaz, muhtemelen bu tarihte o yolu arşınlamamışız, görmemek imkansız çünkü… İnönü ve Afyon arasında sarıya boyanmış ayçiçeği tarlaları gözlerinizi şenlendirecek ve belki de hayalini kurduğunuz kareleri burada yakalayacaksınız ayçiçeği tarlaları içerisinde 😊 6 saatlik bir araba yolculuğu görülse de ihtiyaç molaları, ayçiçek tarlalarında fotoğraf molası derken 9-10 saatte tamamlanabiliyor bu yolculuk, aman acelemiz yok, sağ salim gezelim yeter sonuçta 😊

Nerede kalınır ile ilgili bilgiye geçerken en başta en temel bilgi olarak, Haziran ayı ortasından Temmuz ayının ortasına kadar olan dönem asıl ziyaret zamanı olduğundan bu tarihlerde yoğunluk olabiliyor, eğer tatilinizi planlayacaksanız, kalacağınız yeri çok önceden ayırtmanızda fayda var, yer bulamama riskini önlemek adına 😊 Keçiborlu ilçesinde yer alan Kuyucak köyü´nde kendi evlerinde misafir ağırlayan ailelerin evlerinde konaklayabilirsiniz, Kadın Girişimciler Kooperatifi Başkanı ile görüşüp yerinizi ayarlayabilirsiniz, dilerseniz cep numarasını yazabilirim. Otelde konaklamak isterseniz Lavanta Villa ile Aliya Garden seçenekler arasında. Ama biz rezervasyon için biraz geç kaldığımızdan bunların hiçbirinde yer bulamadık ve Isparta´da Devin Otel´de kaldık, özellikle rotamızı Eğirdir gölü´nü de eklediğimiz için Isparta´da konaklamak bizim için çok uygun oldu. Toplam 3 gününüz var ve 3 gün boyunca tarlalarda yatıp kalkmak, günün farklı saatlerinde farklı ışık yakalayarak lavantaları fotoğraflamak istiyorsanız köyün içerisinde kalmanızı öneririm ama bizim gibi bebekli iseniz bunu hayata geçirmeniz tahmin edeceğiniz üzere imkansız 😊 Bulduğumuz ışık ile idare ettik artık tabi, o yüzden süper kareler yakalayamadım ama hiç yoktan iyidir tabi, buna da şükür 😊 Toplam 3 gününüz var, yollar dahil tabi, lavantalara ek bonus bir yer daha göreyim, Eğirdir gölü için pek güzel diyorlarmış görmek lazım derseniz de bu durumda Isparta´da konaklamak gayet uygun oluyor, aklınızda bulunsun plan yaparken…

Evet şimdi gelelim gezimiz ile ilgili diğer detaylara:

  • İstanbul´dan aracınız ile sabah 5 sularında yola çıktıysanız kahvaltı molası için İnönü´nde bulunan Yeni Lokanta isimli restoranı düşünebilirsiniz. Saçta yaptıkları menemeni mutlaka deneyin 😊 Bebekli gezenlerdenseniz alabalık havuzundaki balıkları izleyerek çocuk eğlemek de mümkün 😊
  • Kahvaltı molanızın ardından biraz yol aldıktan sonra Afyon´da bulunan Dinar Belediyesi´ne ait Suçıkan Park Tesisleri´ne kısa da olsa uğramanızı tavsiye ederim. Şelalesi ve pırıl pırıl küçük gölü ile sizi şaşırtabilir 😊
  • Lavanta Kokulu Kuyucak Köyü´ne girmeden once öbek öbek farklı lavanta tarlaları görebilirsiniz, nispeten sakin, çok kalabalık olmayan bu tarlalarda fotoğraf çekimi yapabilirsiniz, ama panik yapıp aman bumuymuş demeyin, evet upuzun kilometrelerce mor tarlalar göremeyeceksiniz belki ama yine de güzel kareler yakalayacağınız kesin.
  • Lavanta Kokulu Kuyucak Köyü´nde yemek seçenekleri çok fazla değil, o kadar ziyaretçiye yetişebilmek adına genellikle gözleme ve bazlama tost mevcut. Bizim şansımıza tam o gün Kadınlar Kooperatifi´nde köfte vardı, menüye kanıp vazgeçmeyin, ekstra birşey olup olmadığını mutlaka sorun sizinle ilgilenen garsona…
  • Lavanta tarlaları arı vızıltısı ile kaynıyor, ama sokulma vakası yaşamadık, umarım siz de yaşamazsınız, genel olarak aklınızda olsun, eğer alerjik bir durumunuz varsa bu bilgi kritik olabilir…
  • Köyden alabileceğiniz envai çeşitte ürün var, lavanta kesesinden lavantalı sabuna, lavanta yağından lavantalı oda spreyine kadar…
  • Lavantalı dondurma yemeden kesinlikle dönmeyin…
  • Buralara kadar gelmişken Kuyucak Köyü´ndeki lavantalar ile kendinizi sınırlamayın, Burdur gölü manzaralı Lisinia Doğa Proje Alanı´nı ziyaret edin. Türkiye´nin farklı yerlerinden hasta ve yaralı yaban hayvanlarının rehabilite edilerek doğaya kazandırıldığı bir park burası. Uğramadan geçmeyin…
  • Ve asıl, mutlaka ve mutlaka üşenmeden gitmeniz gereken yere geliyorum şimdi, hazır mısınız? Lavanta Deresi… İşte sonunda nispeten upuzun tarlaları görebileceksiniz burada, o yüzden sakın es geçmeyin. Hayalinizdeki kareleri burada yakalamanız çok mümkün 😊 Eğer vaktiniz ve olanağınız varsa gün doğumundan gün batımına kadar orada bulunup günün her ışığında farklı renkler ve farklı enstantaneler yakalamayı denemeyi düşünebilirsiniz 😊

  • Tüm gün o tarla bu tarla gezdiniz, e acıkmışsınızdır artık, Burdur´da Şişçi Kadir, akşam yemeğiniz için ideal olabilir. Burdur şiş gayet lezzetli, mekan da oldukça hareketli.

Lavanta kokulu gezimizle ilgili notlarımı paylaştıktan sonra şimdi gelelim gezimizin bonusu olan Eğirdir gölü´ne…Bu arada bu yaşıma kadar Eğridir diyip durduğum yerin adını doğru dürüst şimdi öğrenmem de enteresan oldu, neyse bilmemek değil öğrenmemek ayıp sonuçta, değil mi? 😊

Yapılacak çok şey yok burada ama manzarası ile sizi şaşırtabilir. Bir gününüzü buraya ayırmanız yeterli, dilerseniz yarımadada yürüyüş yapabilirsiniz ya da plajlarında yüzebilirsiniz, dilerseniz yüzen bot ile göl üzerinde piknik keyfi ya da manzara eşliğinde Big Apple Restaurant´da balık, meze ve bira/rakı keyfi yapabilirsiniz. Yavaş şehir (Cittaslow) olarak geçen Eğirdir gölü´nde şansımıza oldukça aksiyonlu bir gün geçirdik aksine, 17.si yapılan Ulusal Eğirdir Triatlon ve Aquatlonu sayesinde.

Gezilecek yerler listesine bir tik daha atmış olmanın gururu ile Isparta´da akşam yemeğini nereye yiyebileceğimizi araştırmaya koyuluyoruz. Genel öneriler Kebapçı Kadir, Ferah Restaurant ve Hacıbenlioğlu yönünde idi. Pazar günleri Ferah malesef kapalı, diğer ikisinde de akşam saat 8 sularında pek birşey kalmamıştı yoğunluktan ötürü, neyse ki Hacıbenlioğlu´nun son şişlerini biz kaptık 😊 Kesinlikle yediğim en güzel şişlerden (kıymadan yapılan) biriydi diyebilirim, mmmmmm ağzım sulandı yine resmen 😊

Bu arada Isparta ara sokaklarında gezerken, boza sever birisi olarak dikkatimi çeken ufacık bir dükkan oldu, sanırım yaz nedeni ile kapalıydı ama açık olsaydı denemek isteyeceğim yerlerden biri olarak aklımda kaldı, belki bir gün deneme fırsatı bulurum, kim bilir? Dükkanın adı; Günnaz Salep Boza, aman sizin aklınızda olsun, açık görürseniz bir bardak boza benim için de için 😊

3 güne bizim sığdırabildiklerimiz bu kadar, elbette daha çoook gezilecek yer var Isparta´daki Davraz Kayak Merkezi´nden tutun da Yazılı Kanyon Milli Parkı´na kadar… Bunları da başka bir zamana artık diyerek bir sonraki yazıma kadar sevgiyle kalın diyorum 😊